Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Savaşın ve tarihin ağırlığı altında



Toplam oy: 1057
Erwin Mortier // Çeviren: Burak Sengir
Dedalus Kitap
Marcel, İkinci Dünya Savaşı döneminin kültürel, tarihi ve sosyal temellerinin incelikle ele alındığı bir eser.

Marcel daha ilk paragrafından itibaren okuyucuya Flanders’te, gerçekçilikle gizemin iç içe geçtiği bir atmosfer sunuyor: “Sokaktaki diğerlerinden farkı yoktu evin; iki asırdır oturulmuşluğun, şiddetli fırtınaların, savaşın ardından bel vermiş, hafifçe yana yatmıştı. (...) Odaların çoğu yazları serin tutan, kışları üşüten zifiri Araf karanlığını barındırırdı derinlerinde. Tavan kirişlerine varana dek yağ sıçratılmış mutfakta, kuşaklardır pişirilegelmiş yemeklerin kokusu nasılsa kimi odaların duvarlarına da sinmişti. Kiler saklar, tavan arası unuturdu.”

 

Savaş ve tarihin ağırlığının üzerine çöktüğü bu eski evde, on yaşında bir erkek çocuğu olan anlatıcımız, büyükannesiyle birlikte yaşamaktadır. İnsan ruhunun geçmişe olan tipik saplantısına yenik düşmüş olan büyükanne, mazi ile bugün arasındaki ipin ucunu kaçırmış ve hatıralara, Hesperides’in altın elmalarını koruyan Lakon edasıyla muhafızlık yapmaktadır. Salondaki cam cepheli ahşap antika dolabın içinde, kaybedilen sevgili aile üyelerinin fotoğrafları mevcuttur; genç yaşta ölen, ailenin gözbebeği Marcel’in portresi de bunlar arasındadır. Küçük anlatıcımız için, kuzeni Marcel’in ölümü gizemli bir vakadır. Fakat tavan arasında bulduğu bir mektubu öğretmenine götürmesiyle Marcel’in “karanlık” geçmişi ortaya çıkar. Marcel, Doğu Cephesi’ndeki Flaman Lejyonu’nda çarpışan bir Waffen-SS olarak ölmüştür. Fakat Marcel’in bu eylemindeki (ve ailesinin de hâlâ arkasında durduğu) anlamın ardında Hitler değil, Flanders’in komünizme karşı korunması, yani Flaman milliyetçiliği vardır: “Marcel yalnız kendi inandığı ideallerin peşinden gitti, bunu biliyorsun. Canına kastetseler, kimseler onu Hitler’e el pençe divan durmaya zorlayamazdı.” Ki burada, bir parantez açıp meseleye tarihi açıdan bakabiliriz. Zira, “Festung Europa,” yani “Avrupa Kalesi” doktrini adı altında Ruslara ve komünizme karşı ilk “Avrupa Birliği” fikrini, Nazi Almanya’sının Waffen-SS yabancı lejyonları atmıştı. Bunu göz önüne alınca, Marcel bize hem tarihi hem de edebi açıdan “mimetik” bir bakış sunmaktadır.

 

Marcel, dönemin kültürel, tarihi ve sosyal temellerinin incelikle ele alındığı, ayrıca sadece Almanya’yı değil, Alman işgali altındaki ülkeleri de bugün hâlâ meşgul eden soykırım, işbirlikçilik ve kültür çatışmalarının (romanın geçtiği Flanders’in bugün hâlâ Belçika’dan ayrılmayı talep ettiğini anımsayalım) da işlendiği bir eser. Öte yandan, mezkur dokularının yanı sıra, son derece gerçekçi ve ikna edici bir biçimde çizilmiş, hatta onu tanıyormuşsunuz hissiyatına kapıldığınız aksi ve gururlu büyükanne ile birlikte yaşayan, öğretmenine âşık, büyümekte olan bir erkek çocuğunun hikayesini de anlatan başarılı bir Bildungsroman.

 

Son bir not olarak; Marcel, Doğu Cephesi’nde ölen ve hayaleti aileyi ele geçirmiş bir Waffen-SS’i konu almasıyla, benzer temaları farklı bir tarzla işleyen başarılı Alman romancı Uwe Timm’in kendi abisinin hayaletiyle yüzleştiği anlatısı Kardeşimin Gölgesinde’yle epey müşterek tema barındırıyor. İlgili okuyucu için bu iki kitabın çapraz okuması son derece ufuk açıcı olacaktır.

 

 

 


 

 

* Görsel: Özlem Isıyel

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.