Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

"Sen konuşmuyorsun ki, ben seni anlıyorum…"



Toplam oy: 757
Hakkı İnanç
Kırmızı Kedi
Ateş Etme Silahsızım, fantastik olanla gerçeğin birbirine karıştığı, uyku ile uykuya geçiş arasındaki o boşluğun, o düzlemin zenginliğini taşıyor.

Bozuk adlı ilk öykü kitabıyla 2013 yılında Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü kazanan genç öykücülerden Hakkı İnanç, Ateş Etme Silahsızım adlı ikinci öykü kitabı ile karşımızda. İnanç ilk öykü kitabında bir hikayedeki karakteri, diğer hikayelerin çekirdeğine zerk ederek metinler arası geçişe olanak tanıyordu. On yedi öyküden oluşan ikinci kitabı ise, arayış içerisinde olduğunu ve biçimin imkanlarını keşfettiği, deneyimlediği bir yazma sürecinin sakini olarak geri döndüğünü müjdeler gibi…

 

"Mutlu olabilmem için her gün bir miktar edebiyatla ilgilenmem gerekiyor…" Orhan Pamuk’un bir etkinlik konuşmasında kurduğu bu cümle, okuma/ yazma halinin yaşamla nasıl da göbekten bağlı olduğunu ve bu ihtiyaç halinin giderilebilen değil, ancak beslenebilen estetik bir form olduğunu yansıtıyor. Kurmaca ile gerçeğin bir araya gelerek kurduğu çoğulcu oyunlar, mekandan ve zamandan münezzeh ara alanlar yaratarak hem öykü formunu özgürleştiren gayrete fırsat veriyor, hem de söyleyişte bir arada olamamış kelimelere yan yana gelme şansı veriyor.

 

Hakkı İnanç, Ateş Etme Silahsızım adlı kitabında bu enerjiyi açığa çıkaran bir dil ve biçim zenginliği yaratıyor. On yedi metnin her biri bağımsız birer adacık. Onları birbirine kuvvetle bağlayan şey çözülme, dağılmışlık hissi. Bu his, metinlerin omurgasını dik tutan karakterlerin çeşitliliğine ve derinliğine de sirayet ediyor. Bununla birlikte yazarın biçim deneyimleri, okuma pratiğimizi bir tür laboratuara da dönüştürüyor. Hakkı İnanç özenli bir çalışmayla sözün söylenme hallerini, farklı lezzette pişirip demlemeyi başarıyor bu sayede. “Ne Kadar Uzaksın Yakından” adlı öyküsünde bir form olarak mektup geleneğinden yararlanarak farklı bir okuma serüveni sunuyor okuyucuya. “Sehpa” adlı metinde ise fantezinin ve distopik renklerin birbirine karıldığı düzleme, masal geleneğini de katarak türler arası bir metin vaat ediyor okuyucuya. “Kaçak Av” adlı öyküsünde de biçimi ve dili birbirine koşturarak, okura aman vermeden baskın, gerilimli bir ritim yakalamayı başarıyor. “Son Söz” ve “Demir Bilyeler” adlı öykülerde âşık olma, aşkta demlenme hali bir yetkinlik, bir saçılma durumuna evriliyor. Karakterler aşkın idealize edilmiş kristal ışık oyunlarından çok, o ışığa, ateşe teslim oluyor, böylelikle her iki metin de o ateşin külüyle yanıp kavrulan öykülere dönüşüyor. Bununla birlikte metinlerin tamamı fantastik olanla gerçeğin birbirine karıştığı, uyku ile uykuya geçiş arasındaki o boşluğun, o düzlemin zenginliğini de taşıyor. Hakkı İnanç, bunu yaparken herhangi bir öykünme ya da mübalağanın yükünü taşımaktan da gayretle kaçınıyor. 

 

"Bir şeylerin bitimine hep üzülürüm ben. Nasıl kederlidir kavanoz dipleri. Kahve telveleri…"

 

Çekirgeden puhu kuşuna, kasiyer Şükrü’den ahraz Zehra’ya kadar tüm kahramanlar tenha ve eksilmiş bu öykülerde. Onları başka kılan şey ise tenhalıklarının anlatılabilir olması. İnanç, metinlerinde önemli rol oynayan göstergeleri de kahramanlarının iç yaşam serüvenlerine ortak olabilmemiz için öne çıkarıyor. Demirden bilyelerden, sehpadan, demir kancadan ya da uçan tavuklardan, büyümeye gönlü olmayan çocuklardan ve hayalleriyle başkalaşan yetişkinlerden, kendimizle konuşmayı deneyeceğimiz büyük ve güçlü bir dünya yaratıyor.

 

Hakkı İnanç’ın üslup arayışındaki çeşitliliği, dilinin de kendi müziğini yaratarak törpülenmesine ve etkileyici bir anlatım olanağı yakalamasına neden oluyor. Üstelik kendi sesini öykünün gölgeliklerinde muhafaza ettiği ve lüzum yokken metne damlatmadığı için, kahramanlar ve durumlar, yazarın hislerinden bağımsız kendi gerçekliğinin bayraktarlığını yapma şansını da elde etmiş oluyorlar.

 

"Dilinden kurtulmak, umudundan olmaktı bana göre…"

 

Ateş Etme Silahsızım, belki en önemli tesirini, kitabın ilk öyküsü olan “Son Söz”de inşa etmeyi başardığı salgın atmosferi ile yapıyor. Görme/duyma/söyleme eylemlerinin odağına dil metaforunu yerleştirerek, ahraz Zehra karakteri ile, halleşmekten vazgeçişin yaratacağı yıkıma dikkat çekiyor bir yerde. Zira “Çekirge” adlı öyküde anlatıcı arapsaçını kemiren çekirgeyi uyarır, “Susmaktan anlamaz herkes!…”

 

Ateş Etme Silahsızım, kısa bir öykü cümlesi olabilecek ismi ile dikkati çekerken yazarın dilini ve üslubunu geliştirdiği titiz gayretini de on yedi kısa öykü ile okuruna müjdeliyor gibi.

 


 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.