Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sevimli ve hüzünlü bir okuma süreci



Toplam oy: 915
Arthur Schnitzler // Çev. Bilgin Ölek
Aylak Adam Yayınları
Geç Gelen Şöhret anlatıcısının sarkastik tonlaması ile edebi süreçlerde yer alan herkesin ilgisini çekebilecek hoş bir uzun öykü veya novella.

Eduard Saxberger Viyana’da memur olarak çalışan yaşlı bir beyefendidir. Güzel bir kış günü mesai saatinin bitiminden sonra evine döndüğünde hizmetçisi kendisini genç bir adamın beklediğini söyler. Neredeyse hiç ziyaretçisi olmayan beyefendi şaşırır. Kendisini yazar olarak tanıtan genç adam, arkadaşları ile birlikte uzun süredir kendisi ile tanışmak için büyük bir arzu duyduklarını ifade eder. Nedeni Saxberger’in gençliğinde yayımlamış olduğu, bir yankı uyandırmadan unutulan “Gezintiler” isimli şiir kitabıdır. Kendisinin bile unuttuğu kitabının gençler tarafından keşfedilip okunması yaşlı beyefendiyi hayretlere gark eder. Meier adlı bu genç adam, bir sahafta bulduğu 1853 tarihli kitabı bir solukta okuduğunu ve hemen genç yazar adaylarından oluşan grubu ile paylaştığını anlatır. Araştırmışlar, hayran oldukları bu kitabın yazarının da Viyana’da yaşadığını öğrenince kendisi ile tanışmak için harekete geçmişlerdir.


Saxberger, çok uzun zaman olduğunu, o kitabın yayımlanmasından sonra sanatla, yazınla ilgisi olmayan başka bir hayatı olduğunu anlatır. Gençlerin bu ilgisinden ötürü çok sevinmiş ve duygulanmıştır, diğer arkadaşlarını da teşekkürlerini iletmesini rica eder genç adamdan. Ancak Meier yaşlı beyefendinin peşini bırakmak niyetinde değildir. Arkadaşlarının onunla tanışmaya can attıklarını, bir gün mutlaka bir araya gelmeleri gerektiğini söyler. Ertesi gün bay Saxberger’e posta ile Meier’in şiir kitabı gelir. Kitabı okuduğunda beğenir ama şiirleri anlamaz, onlar hakkında ne diyeceğini bilemez, bir yorum getirebilecek durumda değildir. Bu vesile ile yıllardır eline almadığı kendi kitabını çıkarır, önce yabancı gelen dizeler gitgitgide tanıdık gelmeye başlar, “Bunlardı demek, ‘Gezintiler’di genç Viyana’nın dün kendisine teşekkürlerini ilettikleri. Hakketmiş miydi? Bilemiyordu. Yaşadığı zavallı hayatı gözünün önünden geçti. Yaşlı bir adam olduğunu, sadece umutların değil, hayal kırıklıklarının bile çok geride kaldığını hiç bu kadar derinden hissetmemişti. Boğucu bir acı yükseldi içinden. Kitabı kenara koydu, okumaya devam edemedi. Uzun zamandır kendi kendisini unuttuğunu hissine kapıldı.”


Yazar adayı gençler grubu ile tanışan yaşlı beyefendinin yıllardır süren olağan yaşam rutini değişmeye başlar. Önemsenmemeye alıştığı, arkadaşlarının olduğu, sürekli gittiği kahve yavaş yavaş hayatından çıkmaya başlar. Kendisine büyük bir saygı ve teveccüh gösteren bu genç insanlarla birlikte olmaya başlar. Edebiyatın değişik konuları ile ilgilenen bu gençler grubu, hâkim edebiyat çevresine muhaliftirler. Mevcudun köhne, eskimiş, kendilerinin ise yenilikçi olduklarını düşünmektedirler. Ama kimse onları tanımamaktadır, dolayısıyla artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmiştir. Bunun için bir sanat gecesi düzenlemeye karar verirler. Elbette bu gecenin onur konuğu ve merkezi Saxberger olacaktır. Ondan bu gece için özel ve yeni bir şiir yazmasını rica ederler. Grubun içinde bir de orta yaşlı ve adı sanı duyulmamış bir oyuncu kadın bulunmaktadır ve Saxberger’e özel bir yakınlık göstermektedir.


Adeta kimselerin farkında olmadığı, sessiz, sakin, silik bir yaşamı olan bu yaşlı memur tüm bu gelişmelerden ötürü büyük bir mutluluk içerisindedir. Yıllar sonra şöhret olma fırsatı, hem de hiç beklemediği bir şekilde, ummadığı bir anda ayağına gelmiştir. Bu bir tür peri masalı mıdır yoksa herşey göründüğünden farklı mıdır?

 

 

Schnitzler’in yaşamından izler...


Arthur Schnitzler, Yahudi bir ana babanın çocuğu olarak 1862 yılında o zaman Avusturya İmparatorluğu’nun başkenti olan Viyana’da dünyaya gelir. Viyana Üniversitesi’ndeki tıp tahsilini takiben bir hastanede çalışmaya başlar ama yazın tutkusu ağır basar ve tam zamanlı yazabilmek için doktorluk mesleğini terk eder. 1931’de ölümüne kadar bu kentte yaşayacak ve değişik dallarda edebi eserler üretecektir. Viyana’nın dünya sanat tarihine damgasını vurduğu en şaşaalı yıllarına denk düşer onun yaşamı. Schnitzler’in özel yaşamında da, edebi üretiminde de cinselliğin önemli bir yeri vardır. Cinselliği tiyatro oyunlarında ve romanlarında zamanının edebi atmosferi için çok aykırı gelen bir radikallikte, pervasızca kullanır. Bu yüzden adı “pornocu”ya kadar çıkar. O ise, eserlerinde hep aynı konuları işlediğine yönelik eleştirilere, “Aşkı ve ölümü yazıyorum, yazacak başka ne var?” biçiminde yanıtlar. Geç Gelen Şöhret öyküsünün Schnitzler’in yaşamından izler taşıdığına hiç şüphe yok, zira o da kendilerini Jung Wien (Genç Viyana) olarak adlandıran avangart bir sanatçı grubunun üyesidir. Yenilikçidir, yeni biçimler arar, tiyatro oyunları, novellalar, romanlar üzerinde kalem oynatır. Günümüzün twitter’ını anımsatan, yaklaşık aynı dönemde yaşayan Fransız Félix Fénéon’un üç satırlık romanları gibi mikro romanlar yazar. Alman dilinde bilinç akışı tekniğini ilk kullanan yazardır. Reigen isimli oyunu ünlü yönetmen Max Ophüls tarafından La Ronde adıyla sinemaya aktarılmış ve hayli başarılı olmuştur. Aynı oyun başka yönetmenlerce birkaç kez daha uyarlanacaktır.


Edebiyatta dekadan akım içerisinde adı anılan Schnitzler’in bir diğer ilginç özelliği ise, 17 yaşından itibaren günü gününe tuttuğu 8000 sayfa hacmindeki günlükleridir. Yalnız bu günlükler alışılmış günlüklere benzemezler zira yazarımız cinsel maceralarını, fetihlerini ve hatta orgazmlarını detayları ile anlatır. Kuşkusuz böyle bir yazarın, Hitler’in ve Nazizmin gazabından kurtulması mümkün değildir. Eserleri önce yasaklanır, sonra 1933’te düzenlenen kitap yakma şenliklerinde ateşle tanışır. Kendisinin o günleri görmemiş olmasını da bir şans addedebiliriz.


Geç Gelen Şöhret anlatıcısının sarkastik tonlaması ile edebi süreçlerde yer alan herkesin ilgisini çekebilecek hoş bir uzun öykü veya novella. Çok zengin Almanca edebiyatın geçmiş damarlarının izini hissetmek, eşzamanlı olarak yazılan diğer metinlerle benzerlikleri hissetmek  mümkün. Bazen, “bir adım sonra Kafka’ya ulaşacağız”, “işte burada Musil’le çakıştık” gibi tepkiler verebiliyor insan. Gençlerin statükoya karşı çıkışlarında ise evrensel bir boyut var elbette, ama o karşı çıkışın ne kadar dayanıklı olduğu asıl sorun ve Schintzler de bunu sorguluyor bir anlamda. Gençler için de, benim gibi ihtiyarlar için de sevimli ve hüzünlü bir okuma süreci.


Bir hususu merak ettim: öykünün sonuna eklenen “Almanca Yayına Hazırlayanların Sonsözü”nün çevirmeni farklı bir kişi mi? Öyküde hiç aksamayan Türkçe, sonsözde kimi yerlerde katır kutur olmuş da...

 

 

 


 

 

 

Görsel: Mete Kaplan Eker ve

karakalem çizim arthur-schnitzler.org

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.