Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Siyasi polisiyelerin yükselişi mi?



Toplam oy: 991
Fatih Öcal
Can Yayınları
İlk sayfasından düğümün çözüldüğü son bölüme kadar çok hızlı, merak duygusunu diri tutan, aksiyonu bol bir hikaye...

Fatih Öcal ilk romanı Mayıs’ta yakın tarihin güncel siyasi olayları etrafında gelişen, gerilimli bir polisiye hikaye anlatmış. Mayıs, siyasetle iş dünyasının, iş dünyasıyla uluslararası sermayenin iç içe geçmiş ilişkileri ve üçüncü dünyada çevrilen karanlık oyunlar etrafında kurgulanmış bir roman. Yaklaşık bir aylık zaman sürecinde geçen hikaye, kanlı bir cinayet sahnesiyle başlıyor. Romanın kahramanı ve anlatıcısı Ayhan, genç bir iş adamı; iyi eğitim almış, patronu tarafından sevilmiş, şirkette yükselmiş, bir tür ortak olarak kabul edilmiş, sonra büyük bir aşkla bağlandığı karısı ile evlenmiş... Ufak tefek gerginlikler dışında mutlu bir hayatı var; ta ki bir gün eve gelip karısının çıplak cesedini bulana kadar: "Karım büyük yemek masasının üzerinde yatıyordu. Çırılçıplaktı. Giysileri, çamaşırları, salonun ortasına gelişigüzel fırlatılmıştı. Başı hafifçe yana dönmüş, gözleri kapalı, huzur dolu bir uykuya dalmış gibiydi. Kolları sanki boşluğu kucaklamak istiyormuş gibi iki yana açılmış, elleri masanın kenarından taşmış, avuçları yaşamını göklere sunuyormuş gibi yukarıya bakıyordu. Bacakları masadan aşağı sarkmış, ayakucundan damlayan kan ahşap parkelerin üzerinde küçük bir göl oluşturmuştu. Karnında kocaman bir kesik vardı."

 

Saldırının 1 Mayıs kutlamaları nedeniyle sokakların hareketlendiği, polisin gösterici avına çıktığı, trafiğin kilitlendiği, kısacası katilin kolayca gözden kaybolacağı bir zamanda gerçekleştiği anlaşılıyor. 1 Mayıs 2008 günü işlenen bir cinayet ise akla -doğal olarak- eylemleri, sokak çatışmalarını, biber gazını ve patlayan silahları getirecektir. Oysa cinayet ne radikal sol örgütlerle ne de doğrudan 1 Mayıs'la ilgili. Mayıs, tarikatler, iş dünyası, siyaset, uluslararası güçler arasındaki karmaşık ve kirli ilişkileri önüne katarak farklı bir siyasi kanala akıyor.

 

Ayhan'ın öfkesini -ve merakını- derinleştiren, Nil'in rahminin, daha doğrusu rahmine düşen bebeğin de alınması. Karısının hamileliğinden habersiz olan genç adam şüpheler içinde kıvranırken, yardımına iki can dostu koşacaktır; Cemil ve Nurettin. Ayhan, Cemil ve Nurettin küçük yaşta atıldıkları yetimhanede tanışmış, birlikte büyümüş, zorlukların üstesinden omuz omuza vererek gelmişler. Talihin cilvesine bakın ki Ayhan okuyup iş dünyasında yükselirken, Cemil istihbarat şubede komiserliğe atanmış. Nurettin ise, yeraltı dünyasında "Nursuz” lakabıyla ünlenen bir kabadayısı. Aralarındaki kültürel, sosyal ve sınıfsal farklılıklara rağmen üç arkadaşın ilişkisi hiç kesilmemiş, birbirlerinin hayatlarına saygı göstererek dostluklarını sürdürmüşler. Ayhan'ın başına gelen bu felaket karşısında bir araya geliyor, Cemil'in lojistik desteği sayesinde Nurettin'in fedaileri sokaklarda katilin peşine düşüyor. Ayhan'ın payına düşense, gazeteci olan karısı Nil'in iş ilişkilerini, peşinde koştuğu son haber dosyasını araştırmak.

 

 

 

 

Nil'in son araştırma konusu tarikatler: Neredeyse İstanbul’un her semtine, Ankara’dan Trabzon’a, Gaziantep’ten Sakarya’ya kadar onlarca şehre, ilçeye, köye yayılmış bir ağı izleyen Nil, derme çatma bir Kuran kursundan tekke ve dergahlara, modern öğrenci yurtlarından kolejlere, küçük esnaf dayanışmasından dev holdinglere kadar ibadet, eğitim, barınma, ticaret, politika gibi değişik alanlarda örgütlü onlarcasıyla temas kurmuş, görüşmeler gerçekleştirmiş. Yazılar tarikatlerden birisi üzerinde yoğunlaşınca Ayhan ve arkadaşları oraya, o tarikatin müritlerine yöneliyorlar ve -henüz romanın yarısına geldiğimizde- katil ortaya çıkıyor. Ne var ki karanlık noktalar tümüyle aydınlanmaz; olayın ardında çok daha derin güçlerin ve karanlık ilişkilerin gizlendiği anlaşılır. Bundan sonra harekatı yönetmek Nurettin'e kalacak, intikam silahla alınacaktır...

 

Güçlüler çağı, suçlular çağı

 

Fatih Öcal, Mayıs’ta pek çok klişe kullanmış; yetimhanede büyüyen "üç silahşörler" üçlüsü, rahmi çıkarılarak öldürülen bir kadın, tarikat ilişkileri, psikopat bir mürit, Ayhan ve Nil'in özel hayatlarındaki sırlar, güzel kadınlar, yakışıklı erkekler... Söz konusu klişeleri rahatsız edici bulmadım; bestseller kalıplarıyla siyasi polisiyeler arasında gidip gelen Mayıs’ın polisiye yanını, hikayenin sürükleyiciliğini desteklediği söylenebilir. Her bölümün sonunda yer alan "Sessiz Diyaloglar" başlıklı bölümler ise, istenen etkiyi yaratamıyor. Fatih Öcal bu bölümlerde kahramanın karısıyla yaptığı hayali konuşmalara yer vermiş. Romanın dramatik yoğunluğunu artırmayı hedeflediği belli. Kötü değil ama siyasi kurgunun hızı ve heyecanı yanında sönük kalmış.

 

Ufak tefek kusurların vebalini "ilk roman"lığa yüklemek mümkün. Zaten romanın bütünlüğüne ciddi bir etkisi de yok. Önemli olan, Fatih Öcal'ın yakın tarihin rahatsız edici, çarpıcı ve somut gerçeklerinden esinlenerek kurguladığı Mayıs’ın gerçeklikle kurduğu ilişki. Söz konusu ilişki siyasi polisiyelerin kriminal bir hayatı yansıtma potansiyelini ortaya koyuyor. Üstelik okuyucuya pek sevimli gelmeyecek roman kahramanlarıyla yapıyor bunu. Mesela Ayhan; siyasetle fazla ilgilenmeyen, hatta siyasetin imkanlarıyla sağlanan ihalelere el ovuşturan, zenginliğin nimetlerinden mutlu, çevresinde dolaşan güzel kadınlardan mesut yaşayan bir adam. Onu harekete geçiren ve muktedirlerle ölümüne kavgaya tutuşturan neden intikam duygusu; yegane yardımcısı ise, gözünü kırpmadan adam öldüren bir mafya patronu. Kısacası normatif değerler açısından yaklaştığımızda pek çok olumsuz bileşen sayabiliriz. Buna karşılık romanın bütünü edebiyat açısından çok olumlu bir yol izliyor. Birkaç sene önce yazılsa "yazar amma da uçmuş" diyebilirdik. Ancak bu karanlık oyunun belki de çok daha karmaşık hallerinin oynandığını biliyoruz. Milletvekilleri, iş adamları, sözüngelişi gizli dediğimiz, aslında varlığı aleni tarikatler, şeyhleri ve müritleri, uluslararası güçler, gazeteciler, velhasıl bilinen aktörlerin hepsi bu oyunda yer alıyor.

 

İlk sayfasından düğümün çözüldüğü son bölüme kadar çok hızlı, merak duygusunu diri tutan, aksiyonu bol bir hikaye okuyacaksınız. Ama son bölümde romanın sert karakteri Nurettin'le ilgili "mutlu son" gayretini çok Amerikanvari buldum. Keşke yazar kahramanlarının kaderlerini tayin etmek yerine onları kendi hallerine bıraksaydı. Belki de Fatih Öcal, Nurettin'e romanın ana fikrini söyletmek için zorlamış kurgusunu: "Benim gibilerin modası geçti artık. Yani insanlar bizim gibilere mafya falan diyorlar ya... Baksana asıl mafya iş dünyasında, politikada artık. Adamların elinde silah yok ama öyle bir güç var ki, isteseler benim de, ortaklarımın da tozunu attırırlar"...

 

 

 

 


 

 

* Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.