Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Siz hiç Tanrı'yı öldürdünüz mü?



Toplam oy: 1364
Friedrich Wilhelm Nietzsche
Pinhan Yayıncılık

Verili bilgilerden, 'a priori'lerden siz de benim kadar nefret eder misiniz? Güzel! Oturun öyleyse azizim, anlatacaklarım var size. Buyrun şöyle geçin, çekin bir sandalye. Bağışlayın heyecanımı, ama takdir edersiniz ki, insan, felsefe ve edebiyatın bu ahir zamanlarında geçmişe ve bugüne dair hergün böyle bir hazine bulmuyor ki, her çevirdiği sayfa altından olsun, her yaprak döndüğünde okuyanın ruhu altın tozuyla dolsun...

 

Ne diyorduk? Ah evet, anlatılacaklar! Geçende ne düşünüyordum biliyor musunuz? Söz konusu insan özgürlüğü olduğunda: “İnsan Tanrı’ya hizmet etmek için yaratılmıştır” (John 4:8, İncil) diyen zihniyetle: “İnsan özgür doğar fakat her yerde zincirlere vurulmuştur” (Toplum Sözleşmesi, J.J. Rousseau) diyen niyet aynı derecede tehlikelidir bence! Usta Jean Jacques beni bağışlasın; ama söz konusu özgürlüğün bekasıysa nasıl karşı çıkmam ki ona? Özgürlüğün yanılgısı değil midir, köleliğin farkındalığından daha acınası olan? Boynundaki tasma gevşek olduğu için kendini vahşi bir aslan kadar özgür sanan köpeği görünce nasıl hüzünlenmez ki insan?

 

Düşünün bir, özgür mü doğar insanoğlu? Halbuki göbek bağıyla bağlıdır anasına. Özgürlüğün ön koşulu değil midir seçim yapabilmek? Seçebilir mi anne ve baba diyeceğini? Seçebilir mi o daha kundakta gözlerini açmamışken nüfus cüzdanına etiketlenen dinini? Tercih edebilir mi milletini? Yeğleyebilir mi hizmeti ve kontrolünde olacağı devleti, siyasi ve ekonomik ideolojisini? Heyhat, yine de haklıdır Pantheon’un ebedi Yalnız Gezer’i: Özgür doğmaz belki insanoğlu, lakin her yerde vurulmuştur zincire, ona ne şüphe!

 

Fakat; durun sevgili dostum, asmayın hemen suratınızı, teslim olmayın umutsuzluğa. Bir kazanımdır, bir savaşımdır özgürlük! Annesinin onu doğurduğu gün ilk ve son defa doğmuş olmaz ki insan. Güçlüyse eğer, üstünse zincirlere, fethaysa “insan”a, öldürür Tanrıları ve kendini. Çünkü biliyordur ki, bir anka kuşu misali, ancak kendini öldürebilecek kadar cesur olanlar, kendini doğurabilmeye, özgürlüğü tatmaya muvaffaktır. Olmasaydı esaret, kim tanırdı özgürlüğü? Olmasaydı Şeytan, kim inanırdı Tanrı’ya? Ve dediği gibi büyük Zerdüşt’ün: “Sen, ey büyük yıldız! Neye yarardı mutluluğun, aydınlattıkların olmasaydı!”

 

Nibelunyen destanındaki kahraman Siegfried’in ejder Fafnir’i öldürerek onun kanında yeniden doğması gibi, bir cesaret meselesidir bu da. Heyhat, insanlar eşit doğmaz. Herkesde cüret bulunmaz. Teslim olanlarla savaşanlar, cesurlarla korkaklar, asalaklarla taşıyıcılar, yani “insanlar” ile üstün insanlar eşit olamaz. Ah, güzel! Hazır üstün insandan, yani “übermensch”den sözü açmışken, onu müjdeleyen, az önce size sözünü ettiğim Zerdüşt’den bahsedeyim biraz.

 

Friedrich Nietzsche isimli bir filozof anlatmış Zerdüşt’ün hikayesini. Büyük düşünür, İncil ve Platon’un eserlerinde çokça rastladığımız diyaloglara bolca yer verirken, retorik bir araç olarak doğal femonenleri kullanmasıyla da Pre-Sokratik bir tonlamadan yararlanmış. Kurguda gevşek bir olay örgüsünden yararlanırlırken, Zerdüşt’ün düşüncelerinin gelişimi ve özümsemesi bu gevşek kurgu üzerindeki hizasal ilerleyişiyle Almanların Bildgunsroman olarak adlandırdıkları türe içkin öğeler bulunduruyor. Fakat, bu edebi analizleri bir kenera bırakalım. 20.yüzyılda felsefe ile edebiyatın iç içe geçtiği bir dönem olarak biliniyorsa da,  hazine söz konusu eserin edebi yönünde değil, felsefi yönünde yatıyor.

 

Zerdüşt’e göre, bütün varlıklar kendilerinin ötesinde bir şey yaratmışlardır. Haliyle, bir araçtır insan amaca giden yolda. İnsan ile üstün insan arasına hafif ve ince halatlarla gerilerek bağlanmış bir köprüdür. Tini ağır olanlar, yaşamın yaratıcı özüne tutku duymayanlar; zerafet ve hafiflik isteyen bu köprüye ya hiç adım atamayacak, ya da yarı yolda kendi ağırlıkları üzerine çökeceklerdir. Çünkü; zincirlidir tini ağır olanlar, prangalarının ağırlığı insanın aşılacağı zirveye giden köprüde yürümelerine engeldir. Ancak prangalarını söken insan üzerindeki yüklerden kurtulabilecek, kendi kendinin efendisi, kendi kendisinin yasası, yargıcı ve celladı olabilecektir.

 

 Bilir misiniz aziz dostum: “Cattivo” derler İtalyanlar “kötü” olana. Etimolojik olarak Latince’de “Captivus” yani, Roma döneminde esir olanlardan, kafeste tutulanlardan gelmektedir. Bilgece bir tanımdır bu, çünkü aynıdır kötü olan ile esir olan. Ve esir edenleri vardır esir olanların. Bu kötülüğe, bu vehamet durumuna son vermek için kırmıştır kafesi üstün insan, ve öldürmüştür Tanrıyı. Çünkü; Tanrı yalnızca bir imge olarak kalmamış, insanı zincirlere vuran, onun kollarını bağlayan ahlaki kodlamanın sahibi olarak, kanun koymuş, iyiyi ve kötüyü belirlemiş, infaz etmiştir. Halbuki, kendi kendisinin efendisi olacak üstün insan, kendi iyisini ve kötüsünü belirleyecek istence sahip olmalı “eski levha”ları yıkabilmeli, değerleri yeniden değerlendirebilmelidir (Umterwung Aller Werte): “İyinin ve kötünün yaratıcısı olmak isteyen, ilk önce bir yok edici olmalıdır ve değerleri paramparça etmelidir.” 

 

Fakat; iki yüzlü değildir Zerdüşt, insanı bu insanca “pek insanca” davranışlara son verip üstün insana giden yola buyur ederken. Çoğu sahte peygamberin aksine, bir eliyle insanları Hephaistos’un zincirlerinden kurtarmayı vaad ederken, öteki eliyle onlara başka görünmez zincirler takdim etmez. Çünkü; Zerdüşt’ü gerçekten anlayan kendi düşünceleri, istenci ve değerlerinden başka kimsenin daimi takipçisi de öğrencisi de olamaz: “Yalnız gidiyorum şimdi kardeşlerim! Siz de yalnız uzaklaşın buradan. Böyle istiyorum ben! Uzaklaşın benden ve koruyun kendinizi Zerdüşt’e karşı. Her zaman öğrenci olarak kalırsa insan, öğretmenine borcunu ödememiş olur.”

 

Görüyorsunuz ya “tehlikeli” bir adam bu Zerdüşt. Çünkü; onun çıkarsızlığı ve efendi tanımazlığı  asalakların rüyalarına girmekte. Bu yüzden Zerdüşt’ün töhmet altında bıraktıkları, üstün insanı “üstün ırk” ile, kendisini de Nazizmin felsefi atası olmakla itham ederek, onu itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Halbuki çok önce şöyle demişti Zerdüşt: “Devlet, bütün soğuk canavarların en soğuk olanının adıdır. Yalan söyleyişi de buz gibidir ve ağzından dökülen şu yalandır: Ben, yani devlet, halkım. Evet, devlet sizleri, eski Tanrı karşısında zafer kazanmış olanları da keşfedebilmekte! Yorgun düşmüştünüz o savaşta ve şimdi ise yorgunluğunuz, yeni bir düzmece Tanrının hizmetinde çalışmakta!” Haydi sevgili dostum, gelecek için bir cinayetin hayalini kurun ve dinleyin Zerdüşt’ü! Gözlerinizle işitmeyi öğrenmek için, şarlatanların kulaklarınızı patlatmasına gerek kalmaz böylece. Dikkatlice bakacak olursanız, göreceksiniz ki Herkül’ün okları elinizde...

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Nietzsche'yi anlamak emek ve cesaret ister. Bu bağlamda bir felsefe öğrencisi olarak diyebilirim ki bence farklı, keyifli ve teşvik edici bir yazı kaleme almışsınız. Öncelikle bunun için teşekkürler. İkinci olarak; "Nietzche'yi abartmak" gibi bir tanımlama sanırım ancak Türkiye gibi, kötü çeviriler yüzünden Nietzsche'nin okunamadığı, ya da Nietzsche hakkındaki bilginin wikipedi ile sınırlı kaldığı bir ülkede kullanılabilirdi. Nietzsche dediğiniz düşünür 19.yüzyılı iliklerine kadar sarsan, 20.yüzyılda da Heidegger'dan Foucault'suna, başta postmodern entelektüeller olmak üzere neredeyse dünyaca saygı duyulan bütün entelektüellerin durmadan üzerine tartıştığı, üniversitelerin hakkında sürekli olarak konferans ve referanslar verdiği; ahlak, etimoloji vb gibi alanlarda düşünceleri geçerliliğini günümüzde bile koruyan bir isimdir. Düşüncelerinin benimsenip benimsenmemesi ayrı bir konu. Ama en azından özgünlüğünün ve değerinin hakkını vermeli. Son olarak; ilk yorumu yapan yorumcu eğer Nietzsche'yi gerçekten okumuş olsaydı, Nietzsche'nin derdinin insanların bir şeye inanmaması değil, kendilerine inanmaları, olduğunu ziyadesiyle bilirdi. Çünkü Nietzsche eserlerinde, ancak kendine inanan bir insanın kendi kendinin efendisi, ve ancak kendi kendinin efendisi olan bir insanın hiçbir şeyin kölesi olmayacağını söylemektedir.

48%
52%

Bu kitabı ve bu adamı neden bu kadar abarttınız anlamadım. O kitabı ben de okudum fakat abartılacak bir şey yok. Ha şimdi siz bana sen de o şarlatanlardansın dersiniz ama inanın bana tamamen tarafsız ve herhangi bir anlayışından arkasından ateş etmiyorum size. Bu kişide ve ilgili romanda kesinlikle okunmaya "gerçekten" değer çok ilginç şeyler yazmıyor. Kitap sürükleyici mi evet sürükleyici, okuması zevkli mi evet zevkli fakat sadece bu kadar.

37%
63%

Bütün varlığa köle olmamak için inanıyorum. Zincir vurulmak değil inanmak, asıl özgürlük o. Sabah beni uyandıran korna sesine, soğuğa, apartmanın kapıcısına, enflasyona, ayakkabıma, başbakana, ekmeğe, müdürüme, asansör tamircisine, güneşe, paraya, cinselliğime, zeytine, zamana, otobüse köle olmamak için inanıyorum. İnanmayan insan bütün bir hayatı omuzluyordur. Ben bunların hiçbirini önemsemiyorum diyen kişi hayatı önemsemiyordur zaten. Onunla bu mevzu da konuşulmaz. O hiçbir şeyin sorumluluğunu almıyordur ki inancın sorumluluğunu yüklensin.

27%
73%

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.