Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sonsuza kadar mutlu



Toplam oy: 1565
Beklentiniz masalların o güzel ve tasasız aleminde birkaç hoş saat geçirmekse Umut Sokağı'ndaki Ev'i de okuma listenize dahil edebilirsiniz.

İster yedi küçük adamla bir ormanda yaşayan bir prensesi anlatsın, ister denizlerin derininden başını uzattığı sırada gördüğü prense aşık olan bir deniz kızını bütün masalların ortak özelliğidir mutlu sonla bitmesi. Bütün masallarda kötüler eninde sonunda hak ettikleri cezayı bulur, sevenler kavuşur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar her seferinde. Bu türden bir son masallar için kaçınılmazdır çünkü masalın matematiği bunu gerektirir. Peki romanlar için de işler mi bu denklem

 

Sayfa 6 Yayınları'ndan çıkan Umut Sokağı'ndaki Ev kitabı elinize aldığınız andan itibaren size masalsı bir atmosfer vaat ediyor. Fakat arka kapağında bir soru var ki benim için kitabın kapağından çok daha kışkırtıcı: Kitaplarını okuduğunuz, filmlerini seyrettiğiniz, oyunlardan tanıdığınız, tarihe geçmiş tüm o özel kadınlar size umut dolu bir yolda rehberlik etseler? Böyle bir teklife hayır diyebilecek biri var mıdır? Sanmıyorum. Sylvia Plath, Agatha Christie, Dorris Lessing, Virginia Woolf gibi edebiyat dünyasının ikonlarıyla değil aynı evin içinde yaşamak, onlarla tanışmanın bile birçoğumuzun hayallerini süslediğine eminim.

 

 

Fakat saydığımız bütün bu kadınların nicedir ölü olduğunu da hesaba katarsak fark ederiz ki bu hayalimiz hiçbir zaman gerçekleşemeyecek, ne yazık ki! O halde, hiç olmazsa, romanın sayfaları boyunca bu kadınların yol göstericiliğine başvuracak, bizim de içten içe kendimizi özdeşleştirebileceğimiz bir roman kahramanı olsa? Biz de bu kahramanın alacağı bütün o tavsiyelerden kendimize bir pay biçsek? Diyelim ki bu kahraman hayatı daha şimdiden dibe vurmuş, 20 yaşında Alba adında bir kız olsa?

 

Fakat hemen heveslenmeyin öyle. Zira bu roman ağzınıza bu leziz baldan bir parmak çalıyor, fakat gerisini ne yazık ki getiremiyor. Saydığımız bütün bu özel ve önemli kadınlar romanın ana gidişatı içerisinde birer yansıma olmaktan öteye gidemiyor, romanın kahramanı Alba'nın hayatını çoğu kez fotoğraf çerçevelerinin içinden donuk gözlerle izliyorlar. Bu noktada yazarın yakaladığı, okuru gıdıklamaya çok müsait bir damar var ancak nedense yazar bunun üzerinde çok durmuyor, daha ziyade yarattığı kurgu ile ilgileniyor.

 

Kurgu konusunda ise en çok dikkat çeken bütün kırılma noktalarının kolayca tahmin edilebilmesi ve okura hiçbir heyecan sunamaması. Romanın kurgusu daha ziyade bir melodram estetiği taşıyor ve her şey yazarın açık müdahalesiyle, öyle olması gerektiği için birbirine bağlanıyor. Bu manada roman kolay okunabilir fakat derinlikten yoksun. Ayrıca anlam veremediğim bir biçimde yazar bütün karakterlerine mutlu birer son yazma ihtiyacı duyuyor sanki. Bu yüzden de olmaz denenler oluyor, her şey çorap söküğü gibi çözülüyor ve bam! Herkes sonsuz bir mutluluk ve huzura kavuşuyor.

 

Zorunlu bir mutlu son

 

 

Bana sorarsanız burada yolunda gitmeyen bir şeyler var. Öncelikle yazarın mutlu sonu bir zorunluluk gibi görmesi zaten zayıf olan kurgunun kendi gibi zayıf, etkisiz bir finale bağlanmasına sebep oluyor. Ayrıca hemen hepsi hayatlarını birçok sorunla baş etmeye çalışarak geçirmiş, kimi kere başarısız olmuş fakat her daim çaba göstermiş ve edebiyat tarihinde yerini almış bu kadınlara atıflarda bulunan bir romanda baş karakterin kendi sorunlarını çözmek konusunda aktif bir çabasının bulunmaması ve karakterin daha ziyade "doğaüstü güçler" yardımıyla sorunlarından kurtulan pasif bir masal prensesine dönüşmesi ne yazık ki okumayı beklediğimiz güçlü kadın hikayesiyle örtüşmüyor.

 

Sözün özü bugünün dünyasında başına gelen bütün felaketleri peri annesi, yedi küçük cücenin yardımı ya da bir prensin sihirli öpücüğü ile atlatan masal prenseslerine pek yer yok. Bugünün kadını masallara inandırılmaktansa sorunlarıyla yüzleşmek ve bu sorunları kendi çabası ile çözmek konusunda yüreklendirilmeye ihtiyaç duyuyor. Ancak sizin beklentiniz yüreklendirilmekten ziyade masalların o güzel ve tasasız aleminde birkaç hoş saat geçirmekse Umut Sokağı'ndaki Ev'i de okuma listenize dahil edebilirsiniz.

 

 


 

 

Görsel: Unhappily Ever After

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.