Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sözü kısa tutmak



Toplam oy: 963
Lydia Davis ismi Türk okuyuculara pek aşina gelmeyecektir ancak çağdaş Amerikan yazarları arasında müstesna bir yeri olduğu su götürmez.

Büyük edebiyat nehrinin kısa öykü kolu giderek daha gür akıyor. Her geçen gün daha fazla kısa öykü yazılıyor. Alice Munro'nun Nobel'i alması bunun göstergelerinden yalnızca biri. Türkçede de kitapçılara artık ayrı raf oluşturtacak kadar kısa öykü kitabı birikti.

 

Lydia Davis ismi Türk okuyuculara pek aşina gelmeyecektir ancak çağdaş Amerikan yazarları arasında müstesna bir yeri olduğu su götürmez. Çoğunlukla kısa öyküler yazan Davis'in yedi tane toplu öykü kitabı basılmış şimdiye değin. Bunun yanında bir romanı ile Proust ve Flaubert'ten yaptığı çevirileri var. Ödüllerini bir rafa sığdırmakta zorluk çekiyor olmalı. Geçenlerde bu rafı 2013'te aldığı Uluslararası Man Brooker ödülü ile taçlandırdı. Ardından da Türk yayımcıların ilgisine mazhar oldu. Ödülü aldıktan sonra derlediği toplu öyküleri Yapamam ve Yapmayacağım Elif Bereketli'nin özverili ve duru Türkçesi ile Encore tarafından yayımlandı.

 

Yapamam ve Yapmayacağım, oldukça kalın bir kısa öykü kitabı. Yüzün üzerinde kısa öykü, beş ana bölüme ayrılmış, her bölümde birer şikayet mektubu var. Bunun yanında kısa öyküler, daha da kısa öyküler, rüya metinleri ve Flaubert'ten yaptığı çevirilerden ilhamla yazılmış öyküler kitaba eşit olarak yayılmış. Davis'in üslubu ise tüm parçaları birleştirerek kitaba rengini veriyor.

 

Rengini vermekten bahsetmişken, kitaba adını veren kısa öyküyü buraya alıntılamamız hem Davis'i okura daha iyi tanıtacak hem de isim meselesini açıklığa kavuşturacaktır. Başlığın esprisini Türkçede vermek mümkün olmasa da, öykü şöyle:

 

"Kısa bir süre önce bir edebiyat ödülüne layık bulunmadım, tembel olduğumu söylüyorlardı. Tembel diye kastettikleri çok fazla kısaltma kullanmamdı. Örneğin sözcükleri can't ve won't olarak kısaltıyormuşum, onun yerine cannot veya will not olarak yazmalıymışım."

 

Konu kısa öykü olunca türlerin iç içe geçmemesi imkansız gibi: Anılar, gözlemler, anekdotlar, şiirsel düzyazı, biraz felsefe, biraz tarih, tadında mizah. Nedir, kısa öykünün getirdiği bu imkanlar aynı zamanda bir handikaba dönüşme tehlikesi de barındırıyor. Anılar ve gözlemler öykünün dramatik yapısıyla parlayabileceği gibi dikkat edilmezse kaba bir günlük maddesine, daha sonra geliştirilmek için not edilmiş bir fikre ya da gelişigüzel alınmış bir nota da dönüşebilir. Açıkçası, Davis'in diğer öykülerine aşina olmasak da, bu kitaptaki öykülerini öykü olarak değil de bir yazarın günlüğü olarak okusak çok daha keyif alacakmışız gibi görünüyor. Nitekim, metinlerin çoğu kabaca yolculuk günlükleri, restoran günlükleri ve rüya metinleri gibi, herhangi birinin not defterinde ya da günlüğünde bulunabilecek cinsten.

 

Şikayetim var!

 

Hatırlarsınız, eskiden işletmelerde asılı bir levha olurdu: "Şikayetlerinizi müdüriyete, memnuniyetinizi dostlarınıza bildiriniz." Şimdilerde bizde şikayet mektubu yazan kaldı mı bilemiyoruz ama Lydia Davis'in bu geleneği devam ettirdiğini gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.

 

Yapamam ve Yapmayacağım'daki en keyifli ve orjinal okumalar, Davis'in yazdığı şikayet mektupları. Dondurulmuş bezelye imalatçısına, bir pazarlama müdürüne, naneli şekerleme şirketine, bir otel yöneticisine ve Amerikan Biyografi Enstitüsü A.Ş. başkanına yazdığı mektuplarda resmi yazı üslubunu kullanarak kimi zaman içten kimi zaman gücenmiş ve kızgın bir ton tutturarak farklı ve alışık olmadığımız bir mizahı yakalamayı başarmış Davis.

 


 

* Görsel: Ali Çetinkaya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.