Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sürrealizmin altın çocuğu



Toplam oy: 811
René Crevel // Çev. Gizem Şakar
Mephisto
René Crevel'in Babil romanı nihayet Türkçeleştirildi. Bu sıradışı yazarla yüzyıllık bir gecikmeyle de olsa buluşmak sevindirici.

Kısa hayatına sığdırdığı ciltler dolusu şiir, roman ve deneme yazısı ama daha önemlisi yaşadığı dönem Fransız edebiyatına damgasını vuran René Crevel’in Babil romanı nihayet Türkçeleştirildi. Milli Kütüphane kayıtlarında ve kişisel hafızamda René Crevel’e ait Türkçe yayımlanmış hiçbir kitap kaydı yok. Bu sıradışı yazarla yüzyıllık bir gecikmeyle de olsa buluşmak sevindirici.

 

René Crevel, 1900 yılında Paris’te doğdu. 14 yaşındayken babasının intiharına tanıklık etti ve bu olayın etkisini ömrü boyunca üzerinden atamadı. Üniversitede İngiliz dili eğitimi gördü. 21 yaşındayken André Breton ile tanıştı; ondan etkilenerek, 1924 yılında, sürrealist harekete ilk katılanlar arasında yer aldı. Ancak iki yıl sonra, eşcinselliği nedeniyle -yine Breton tarafından- hareketten dışlanacaktı. Moral bozukluğu ve hastalığının etkisiyle morfin kullanmaya başladı. Buna rağmen Détours (1924), Mon Corps et moi (1925), La Mort difficile (1926) ve Babil (1927) romanlarıyla sürrealist akımın “altın çocuğu” olarak kabul gördü. 1929 yılında Troçki tarafından yeniden sürrealistere katılmaya ikna edildi. Dönüşünün ardından Crevel, komünistlerle sürrealistleri bir araya getirmeye çalıştı. Salvador Dali’ye göre sürrealistler içindeki tek gerçek komünist Crevel’di. Ancak çok uzun yaşamadı. 1935 senesinde Stalincilerin önderliğinde Paris’te düzenlenen “Kültürü Müdafaa Eden Yazarlar Kongresi”nde sürrealistlerin konuşma özgürlüğü engellenince, kendi nihai sürrealist protesto biçimi olarak intihar etmeyi seçti. Crevel, 18 Haziran 1935’te evinin mutfağında hava gazı ile intihar etti. Bıraktığı notta, “Bedenimi yakın. İğrenç,” yazıyordu.

 

Arzular ve rüyalar

 

René Crevel isyanın cisimleşmiş haliydi. Philippe Soupault’a göre, “Diğerleri nasıl ki mavi gözlerle doğmuşsa, o da asi doğmuştu.”

 

 

 

Babil, René Crevel’in zihnini sürekli kurcalayan bir soruyla başlıyor: “Küçük bir kız, ‘Ölüm nedir?’ diye sorar ama cevap vermeye vakit bırakmadan devam eder: ‘Hem madem senin dediğin gibi herkes ölüyor, o zaman beni [ölümün] uykuya dalmak gibi bir şey olduğuna inandırmaya uğraşma. Keyifli vakit geçiren insanların asla uykusu gelmez!..’” Sonra yavaş yavaş -René Crevel’in büyülü dilini kavradığımız ölçüde- hikayenin içine giriyoruz. Büyümekte olan küçük bir kız çocuğunun gözünden bir burjuva ailesinin dağılma sürecini izleyeceğiz. Sürrealistlerin burjuva toplumunu ve yerleşik değerleri sarsma arzusunun belki de en çıplak haliyle göründüğü hikayede ailenin her bir bireyi -yaşlı büyükanne bile- tensel arzuların çağrısıyla dört bir yana savrulurken, çocuk kimi örnek alacağını bilememin şaşkınlığıyla rüyalarına sığınacaktır. 

 

Düş ve imge zenginliğinin şiirsel bir üslupla sergilendiği hikaye, -romanın adıyla birlikte- René Crevel’in edebi, düşünsel ve duygusal karakteristiğini eksiksiz yansıtır. Romanın orijinal ismi “Babylone” hem eski Babil kentinin adıdır hem de Eski Ahit’te “kargaşa, anarşi” anlamında kullanılan bir kelimedir; romanda her ikisine de gönderme yapılıyor ve toplumsal bir karmaşa anlatılıyor.

 

Babil, bilinç ve bilinçaltı arasındaki etkileşimi psikolojik bir derinlikle yakalayan Crevel’i ölümsüzleştirmekle kalmamış, sürrealist edebiyatın önemli bir dönüm noktası da olmuştur. Crevel’i ve Babil’ini daha iyi anlayabilmek açısından -bilinçaltının sanata yansıtılmasını öne çıkaran- sürrealist akıma da kısa bir parantez açmak gerekir: Fransız şair ve psikolog André Breton’un başlattığı sürrealizm, 1924′te Birinci Sürrealist Manifesto ile ilan edildi. Dönemin birçok önemli şair, yazar, ressam ve yönetmeni (André Breton, Paul Éluard, Louis Aragon, Philippe Soupault, Pierre Reverdy, Antonin Artaud, Robert Desnos, Georges Bataille, René Char, Salvador Dali, René Magritte, Giorgio de Chirico, André Masson, Joan Miró, Man Ray, Paul Klee, Pablo Picasso, Luis Buñuel ve René Crevel gibi isimler) André Breton’un manifestosu altında birleştiler. Özetle şöyle diyordu Breton; “Gerçeküstücülük, ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkarmak için başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın (rüyada olduğu gibi) her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır.”

 

René Crevel, sürrealistlerle tanıştığında, 18. yüzyıl rasyonalizmi hakkında çalışan bir öğrenci sıfatıyla Diderot üzerine tez yazıyordu. Yerleşik inançları hiçe sayan bu gruba katıldıktan sonra aklın zihne ihanet ettiğine inanmaya başladı. Sürrealizmin felsefi çıkarımlarını benimseyerek engin ruhani sorgulamaları bir tür 20. yüzyıl maddeci dinamizmine aktardı. Şairliği coşkulu, kederli, kimi zaman alaycı düzyazılarında ve tercih ettiği ayrıksı hayat tarzında kendisini belli etti. Crevel’in şiirselliği mutlak bir kendini ifade ediş değil, bilgiye ulaşmak için bir arayıştı, ki bu Babil romanında çok açık bir biçimde görülecektir. Bir romanda böylesine yoğun ve şiirsel bir dil kullanılması okuyucuyu şaşırtabilir. Ancak salt güzellik elde etmek amacında değil Crevel. Dağarcığındaki imgelerin, benzetmelerin, sıfatların zenginliğini barındıran yeni ve şaşırtıcı diliyle görüneni ve görünenin altındaki hakikati, rüyalarla dışa vurulan bilinçaltını yakalamaya çalışıyor. 

 

Sürrealistlerin dile, olağanüstüye, taşkınlığa, çocukluğa olan ilgisi akımın karakteristiğidir. Crevel, Babil’de bütün bunların hepsini yerli yerinde kullanmış. Ölüm sorusuyla başlayan bir hikayenin karanlık bir atmosferde geçeceği önyargısını uyandırsa da, sayfalar ilerledikçe alaycı bir üslup, hatta pek çok yerde mizah ağırlık kazanıyor. İkiyüzlü ahlaki değerleriyle kendisini, daha doğrusu norm dışı olanları dışlayan bir toplumla, onun en küçük yapı taşı olan aile kurumunu, bastırılmış cinselliği didik didik ederek hesaplaşıyor Crevel. Ve özgürlük arzusunun yakıcılığı hikayenin hep içinde.

 

Crevel isyanın cisimleşmiş haliydi. Philippe Soupault’a göre, “Diğerleri nasıl ki mavi gözlerle doğmuşsa, o da asi doğmuştu.” Liberal parlamenter demokrasiye, burjuvaziye, dine, aileye, geleneklere, kapitalizme, sömürgeciliğe ve emperyalizme nefreti -başta Babil olmak üzere- bütün eserlerinde kendisini dışa vurur. Bu asi ve öfkeli gencin yazdıkları ölümünden sonra uzun süre gündeme gelmedi. Ne var ki 1968 yılı Mayıs’ında Paris’teki ayaklanmalar başladığında René Crevel ve metinleri, pek çok sürrealist yazarla birlikte hatırlanacak, sürrealist metinlerden yapılma alıntılar, protestocular tarafından mitinglerde slogan olarak kullanılacaktı.

 

 

 


 

 

 

* Görsel: Burak Dak

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.