Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sürtük ve şehir


Şahane
Toplam oy: 1782
Dossie Easton, Janet W. Hardy
April Yayıncılık
Kitabın, bizlerin hayatında somut bir karşılık bulacağından emin değilim. Zira en serbestimiz bile bir ilişkisi varken poliamoriye pek yakın durmuyor ve böyle bir çoklu ilişkiyi ancak bir tarafı aldatmak biçiminde yaşayabiliyor.

Sürtük kimdir? Kime denir? Çoğu kere hareketli bir cinsel yaşamı olan ve sık partner değiştirebilen kadınları aşağılamak ve yaftalamak için kullanılan bu sözcüğün olumlu bir anlamı olabilir mi? Etik Sürtük kitabının yazarları Dossie Easton ve Janet W. Hardy öncelikle sürtük kavramını ters yüz ederek işe başlıyor. Bu kadınlar sürtük olduklarını ilan etmekle kalmıyor, bununla gurur da duyuyorlar. Yazarlarımızın sürtük tanımı ise şöyle:

 

"Bizim için sürtük, cinsiyeti ne olursa olsun, seksin güzel, zevk almanın yararlı bir şey olduğu gibi radikal bir önermeye dayanarak cinselliğini kutlayan insan demek."

 

Bu tanım bana başta ekonomik özgürlüğünü elde etmiş ve hayatlarını bekar olarak sürdüren birçok kadının duyar duymaz hatırlayacağı bir ismi çağrıştırıyor: Samantha Jones. Kitabın sayfaları arasında ilerlerken bir yandan da HBO’nun sadık bir seyirci kitlesi bulunan kült dizisi Sex and the City’yi düşünmeden edemiyorum. Bir yandan dizinin meşhur tema müziği zihnimde çalarken bir yandan da Samantha Jones’un ideal bir sürtük olup olmadığını düşünüyorum.

 

Cinselliği özgürce yaşayan kadın teması bizim ülkemizde henüz önemli bir yer tutmasa da dünyamız için yeni değil. Sex and The City dizisinin uyarlandığı romanın yazarı Candace Bushnell, New York Observer’da kitaba da adını veren Sex and The City adlı köşesinde kendisinin ve üç arkadaşının maceralarından bahsederken takvimler 1994’ü gösteriyordu. Bushnell o zamanlar 35 yaşındaydı ve hayatını dilediği gibi yaşamasının önünde bir engel yoktu. Aynı yıl Etik Sürtük’ün ilk baskısı yapıldı ve birkaç sene sonra Sex and the City'nin yayınlanmaya başlamasıyla da kariyer sahibi, özgür, maceracı kadın imgesi kitlelere daha kolay bir yoldan ulaşmaya başladı.

 

Çoklu ilişki mi, aldatmak mı?

 

Bugün takvimler 2014’ü gösteriyor ve ben Etik Sürtük’ü okumaya devam ettikçe kafamdaki olumlu imajlar yerlerini yavaş yavaş kuşkulu bir yaklaşıma bırakıyor. Sebebine gelecek olursak; Etik Sürtük monogamiye (tek eşlilik) karşılık poliamoriyi (çok aşklılık/ eşlilik) öne sürüyor. Bunda bir sorun yok, aksine poliamoriyi tercih edebilecek birçok kadın ya da erkek olduğundan eminim. Ancak yaşadığımız coğrafya erkeğin birden çok kadınla birlikte oluşunu dini nikah ve kumalık başta olmak üzere birçok yoldan doğrularken bırakın birden çok erkekle beraber olan bir kadını onaylamayı, birden çok kadınla birlikte olan bir adamla özgür bir ilişki kuran ikinci kadını da galiz isimlendirmelerle yaftalıyor. Bunun altında da muhtemelen toplumumuzda seksin öncelikle bir üreme vasıtası olarak görülmesi yatıyor. Kısacası bizim hayatımızda seks evvela çocuk yapmak, sonra da kocamıza karşı “kadınlık vazifelerimizi” yerine getirmek için var. Bu noktada kitabın, özellikle bir “el kitabı” olarak, bizlerin hayatında somut bir karşılık bulacağından emin değilim. Zira en serbestimiz bile bir ilişkisi varken poliamoriye pek yakın durmuyor ve böyle bir çoklu ilişkiyi ancak bir tarafı aldatmak biçiminde yaşayabiliyor.

 

Oysa Etik Sürtük tamamiyle şeffaf bir cinsel hayat modeli öneriyor. Temelinde tüm tarafların açık rıza gösterdiği bir çoklu ilişki bağı var. Arkadaşça seksten seks partnerlerinden bir cemiyet kurmaya kadar uzanan bu çeşitlilikte herkes hoşlandığı bir ya da birkaç cinsiyette insanla ilişkiler kurabiliyor, ortak hayat süren eşler ilişkilerine hiçbir gölge düşürmeden birbirlerine uygun düşmeyecek fantezilerini gerçekleştirecek ekstra partnerler arayışına girebiliyor. Sıvı alış verişine ilişkin konular ya da seks yapılmayacak ortak yakınların listesi anlaşmaya bağlanırken eski bir seks partneri çocuğunuz onu bir dayı olarak benimsediğinden hayatınızın bir parçası sayılabiliyor. Peki bu noktada Etik Sürtük bize ne derece hitap ediyor?

 

Poliamoriyi bir yana bırakırsak kitabın bazı önerileri var ki tek eşli ilişkilere de rahatlıkla uygulanabilir. Bu önerilerin en başında tamamen açık bir iletişim geliyor. Kitap her cinsten okuruna duygularını, beklentilerini, isteklerini ve istemediklerini açıkça ifade etmeyi öneriyor. Açık ve net bir iletişim kurmanın ikili ilişkilerde de birçok sorunu ortadan kaldıracağına gönülden inanıyorum. Ancak benim bu noktada asıl dikkat çekmek istediğim özellikle kadınların isteklerini ortaya koymaya ve istemediklerini kesin bir dille reddetmeye teşvik edilmesi. İstekleri konusunda net olabilmek, bunları açık sözlülükle beyan edebilmek ve belki de en önemlisi istemediği şeyleri reddedilmek çoğu kere bir kadının hayatında çok önemli bir rol oynuyor.

 

Kadının birine ilgi duyduğunu belli etmesinin en nazik söylemle "hafiflik" sayıldığı, masumane bir flörtün bile tahrik olarak algılanabildiği, kadının ilişki kurma taleplerini kapalı bir biçimde reddetmesinin nazlanmak olarak kabul edildiği ve birlikte olduğu erkeğin cinsel ihtiyaçlarını karşılamanın kadının asli görevi sayıldığı bir coğrafyada böylesi bir tavsiye anahtar görevi görebilir. 21. yüzyılda açık bir dille "istiyorum" ya da sadece "hayır" demek için bile teşviğe ihtiyaç duymamızsa işin trajikomik kısmı olsa gerek.

 

Son olarak kitabın "Güvenli Seks" başlıklı bölümünün cinsiyet ayırt etmeksizin herkes tarafından okunması gerektiği kanaatindeyim. Hele ki dışarı boşalmanın doğum kontrol yöntemi sanıldığı, korunmanın sadece kadının sorumluluğu haline getirildiği, kürtajın çoğu jinekolojik şiddete dönüştürüldüğü ülkemizde…

 


 

Görsel: Dünya Atay

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.