Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tanrı bizi lanetlemiş olmalı...



Toplam oy: 1540
Esra Pekin
Sel Yayıncılık

İsmim Lamia, annem koymuş adımı, hayatı boyunca tek başına verdiği tek kararın bu olacağını o günlerde bilemeden. Geceleri ölü bebeklerini düşünmeden uyuyamayan, uyumak için gözlerini bir kutuya koyan Lamia’yım. Zeus’un acıdığı kadınım…

 

 

Tüm zamanların hakkında en çok konuşulan, kadınların korkulu rüyası, erkeklerin en güzel düşlerinin kızıl saçlı ziyaretçisi, karanlığın kraliçesiyim.



İsmim Lilith. Tanrı’nın Adem’le aynı anda yarattığını unutmak için tüm kutsal kitaplardan adını utanmazca sildiği ve cennetinden kovduğu, buna karşılık ölümsüzlükle ödüllendirdiği ve yalnızlıkla cezalandırdığı, yalnızlığını şeytanla düşüp kalkarak gideren, şeytandan olma bebekleri Tanrı tarafından katledilen, Adem’in ilk karısı Lilith’im. Tanrı’ya başkaldıran ilk kadınım…

 



Lamia ve Lilith. İki farklı hikayede aynı ruh. Geceye, yeraltı dünyasına, karanlığa ait iki 'kötücül' dişi ruh. Cinsel birleşme sırasında, “Ben bereketli gökyüzüyüm, sense doğurgan toprak, ben üstte olmalıyım, sen altta” diyen Adem’in altında kalmayı, ona itaat etmeyi reddedip cennetten kovulan, şeytanla ortaklığı seçen, Tanrı’dan intikam almak için Havva ve kızlarının yeni doğmuş çocuklarını öldürme gücüne sahip olan Lilith. Ve Hera’nın Zeus’la ilişkisi olduğunu öğrenmesiyle, onu hep ölü çocuk dünyaya getirmekle cezalandırdığı ve ölü çocuklarını görmekten kaçamasın diye gözlerini kapatma yeteneğini elinde aldığı Lamia. İki başka zamanda aynı hikaye. Hem şimdi, hem fi tarihinde.

 

Tarihin hikayesine ihanet ettiği, görmezden duymazdan geldiği, dipsiz kuyulara attığı, en derin çukurlara gömdüğü, unutturduğu, çarpıttığı, adını kutsal kitaplardan sildiği isyankar Lilith, ilk feminist ve aslında ilk kadın devrimci olarak, bugün hala aramızda dolaşıyor. Adem’le aynı topraktan yaratıldığını bilerek onun üstünlüğünü kabul etmeyen, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmış itaatkar Havva’nın tersine ona tabi olmayı reddeden Lilith, tarih boyunca önce tek tanrılı dinler, peşinden meşru ahlaki kurallar ve resmi ideolojiler tarafından lanetlenip önyargı duvarlarının arkasına kapatılsa da, “Gücünü eline al” diyen sesiyle kulaklarımıza fısıldamaya, kadınlığın içindeki dişil gururu uykusundan uyandırmaya devam ediyor. Fi tarihinden bugüne varlığını, Adem’in yani erkekliğin iktidarını duyurması gibi ortalık yerde bağır çağır değil ama, kapı altlarından, duvar çatlaklarından sızarak sürdürüyor. 



Hikayesi kulaktan kulağa fısıldanarak bugüne gelen ve cennetten kovulmak uğruna Tanrı’ya başkaldıran o ilk Lilith’e kıyasla gücünden ve intikam ateşinden hiçbir şey yitirmeyen Lilith’lerden birinin hikayesini anlatıyor Esra Pekin. Lamia’nın. Yunan mitolojisinde, Zeus’un gizli aşkı, kadınların korkulu rüyası, erkeklerin en güzel düşlerinin kızıl saçlı ziyaretçisi, karanlığın kraliçesi Lamia, Olimpos’tan inip günümüz İstanbul’una geliyor. Ne güzelliğinden ne aşkından ne intikam ateşinden bir şey yitirmiş Lamia; hala kadınların korkulu rüyası, hala erkeklerin en güzel düşlerinin kızıl saçlı ziyaretçisi.

 

 

 

Pekin, Lamia’nın babası dahil hayatına giren erkeklerle -bunlardan ikisi Habil ile Kabil’den başkası değil- olan gel-gitlerini anlatıyor. Bunu yaparken, aşk, tutku, güzellik, cinsellik, iktidar, mülkiyet, güç, güçsüzlük, masumiyet, ceza, intikam gibi kadın ve erkek evreninin pek çok mühim durağına uğruyor. Ölümü kurcalıyor. Zaman bağlamında katmerli bir şekilde kurgulanan romanın içinde okuyucuyu zamanın lineer doğrusu üzerinde başka başka anlara ışınladığı tüneller açıyor. Kitabın içinde fi tarihi ve şimdi arasında bir geri bir ileri salınıp dururken, Lilith fenomeni üzerinden kadını, kadınlığı ve kadının cinsiyetin keşfinden bugüne korkulan, onaylanmayan, cezalandırılan, onu şeytanın işbirlikçisi olarak konumlandıran gücünü sorguluyor. Ve bunu itaatkar Havva’lara inat, isyankar bir Lilith ruhuyla cesurca yapıyor.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.