Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tarih, polisiye, siyaset



Toplam oy: 943
Ray Celestin /// Çeviri : D. Kemal Tarım
Esen Kitap
Polisiye kurguyu tarihsel gerçeklerle, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı bir dünya görüşüyle derinleştiren Ray Celestin, New Orleans Cinayetleri ile kariyerine iyi bir başlangıç yapıyor.

Ray Celestin, New Orleans Cinayetleri romanında gerçek olaylara dayanan bir seri katil hikayesi anlatıyor. Bu gerçek olaylar, 1918-1919 yıllarında yaşanmış. New Orleans'ta Baltacı adıyla ünlenen bir katil, rivayetlere göre, altıdan fazla insanı öldürmüş ve kimliği hiç ortaya çıkmamış. Ray Celestin, işte bu olaydan esinlenerek kurgulamış romanını. Anlatılan döneme ilişkin bilgiler ciddi bir arşiv çalışması yapıldığını belli ediyor ama roman kahramanlarının, katilin, olayların ve katili cinayete iten nedenlerin bütünüyle kurmaca olduğunu söyleyelim. 

 

1919 yılı Mayıs'ında, bir gazeteciye gönderilen mektupla başlıyor hikaye. Çok vaatkar ve dikkat çekici bir başlangıç. Çünkü söz konusu mektup, Baltacı’nın gazetelere gönderdiği orijinal mektubun birebir kopyası. Yani yazar tarafından kaleme alınmamış, arşivlerden bulunup çıkarılmış. Baltacı şu ifadelerle sesleniyor Orleans ahalisine: "Saygıdeğer Ölümlü; Beni hiç yakalayamadılar ve asla yakalayamayacaklar. Beni hiç görmediler, çünkü ben görünmezim, hem de dünyanızı saran hava kadar. Ben bir insan değil, en sıcak cehennemden gelen bir ruh, bir iblisim. Siz Orleanslılar’ın ve aptal polisinizin Baltacı dediğiyim ben...”

 

Mektubun özellikle sonu ilginç; evinden ya da bulunduğu yerden caz sesi gelmeyen herkesi baltasının tadına varmakla tehdit ediyor Baltacı. Belli ki kendisine güvenli, cüretkar ve narsist bir katil var karşımızda. Seri katilin ruh durumunu yansıtan bu mektupla birlikte, romana daha ilk baştan gerçeklik duygusu katmış Celestin. Ardından 1910'ların New Orleans’ını insanları, sokakları, binaları, bataklıkları ve batakhaneleriyle canlandırarak tarihsel polisiye türünde bir hikaye anlatmak için mükemmel bir atmosfer yaratmış. Bundan sonrası işin macera ve muamma kısmı. Doğrusunu söylemek gerekirse, romanın daha çok polisiyeseverlere hitap eden bu yanı da beklentileri fazlasıyla karşılıyor. 

 

Üç ayrı soruşturma süreci üzerinden akıyor hikaye. İlkinde, polis detektifi Teğmen Michael Talbot'un resmi soruşturmasını takip ediyoruz. Yıllar önce amiri Luca D'Andrea'nın yolsuzluklarını ortaya çıkardığı için teşkilatta kimsenin sevmediği Talbot, romanın "iyi"lerinden. "Zenci" bir kadınla evli ama ırkçılığın hüküm sürdüğü o yıllarda karısını evin hizmetçisi olarak göstermek zorunda. İkinci soruşturma -öldürülenlerin genellikle Sicilyalı esnaflar olması nedeniyle- durumdan vazife çıkaran mafyanın himayesinde. Soruşturmayı yürütme işi ise hapisten yeni çıkan eski polis şefi Luca D'Andrea’ya veriliyor. Son olarak da, Pinkerton Dedektiflik Acentesi’nin sekreteri Ida'nın araştırması var. Sherlock Holmes hayranı, melez, cin gibi bir genç kız Ida. Yardımcısı ise Lewis Armstrong adında genç bir caz müzisyeni; "tombul yüzlü, adının telaffuzunu henüz Fransızca söylenişindeki gibi Louey’e dönüştürmemiş ve Ida’nın da, Battlefield’daki diğer herkesin de Küçük Lewis Armstrong olarak bildiği, ikinci kornetteki genç kornocu." Caz meraklıları -isterlerse- bu gencin ünlü caz sanatçısı Louis Armstrong olduğunu hayal edebilirler, benzerlikler yok değil ama benzerlik romanın akışına etkide bulunmuyor. Ray Celestin ustaya uzaktan bir selam göndermiş.

 

Cinayetlerdeki şiddet, dehşet uyandırıcı. Kan gölüne dönmüş olay mahallerinde duvarlara kanla yazılan ifadeler, katilin imzası haline gelen tarot kartları, batıl inançlara sahip kent ahalisinde karanlık çağrışımlar yaratacak ve olası şüpheliler listesinde "zenciler" ilk sırayı alacaktır. 

 

Soruşturmayı yürüten her üç araştırmacı da önyargılar ve boş inançlara itibar etmez. Her biri kendi yolunda adım adım ilerlerken olayların ardında psikopat bir katilden çok daha fazlası olduğu yavaş yavaş ortaya çıkar. Baltacı'nın tehditlerinden ürken New Orleanslılar’ın caz müziğinin sesini sonuna kadar açtıkları, sağanak yağmurun bataklığı taşma noktasına getirdiği bir akşam vakti üç koldan akan hikaye -kanlı olaylarla- bir noktada kesişir...

 

Tarihi polisiye



 

"Tütün, bataklık ve caz" alt başlığından da anlaşılacağı üzere, Ray Celestin bu ünlü caz başkentini -egzotik ve kaotik atmosferi ile- hikayenin merkezine yerleştirmiş. “Big Easy, Kaygının Unuttuğu Kent, Hilal Kenti, Mississippi Üstündeki Paris, Amerikan kentlerinin en Amerikan olmayanı” gibi pek çok ismi olan New Orleans, gerçekten de tarihi polisiye türünde bir roman için mükemmel bir mekan. Fransızca konuşan ahalisiyle, ırksal sınırlarının bulanıklığıyla, tropik iklimiyle ABD'nin güneyinin kalbine saklanmış egzotik ve dışa kapalı bir yabancı yer sanki.

 

Celestin, pek çok polisiye yazarın izlediği kolaycı yola sapmamış; tarihi olayları oyuna çevirmiyor, New Orleans'ı sadece renkli bir dekor, egzotik bir atmosfer olarak, hikayeyi süslemek maksadıyla kullanmıyor; kentin tarihini, bir dönemin inanç ve düşünce biçimlerini, gizlenen ya da bastırılan kirli geçmişini deşiyor. Söz konusu kirliliğin asıl kaynağı da ırk ayrımcılığına dayalı. Bu yazı boyunca birkaç yerde -tırnak içinde- yer verdiğim “zenci” ifadesini bilerek kullanmış. Bu aşağılayıcı sözcüğün ve barındırdığı anlamların bir zamanlar ne kadar doğal olduğuna dikkat çekmek istemiş. Irk ayrımcılığı romanın ana teması. Bu temayı her üç soruşturma boyunca, farklı bakış açılarından, farklı veçheleriyle sıklıkla tekrarlıyor. 

 

New Orleans Cinayetleri, Ray Celestin'in ilk romanı. Bir söyleşisinde tarihi romanları sevdiğini vurgulayan Celestin, bu romandaki amacının farklı türleri bir araya getirmek olduğunu söylemiş. Yazarın amacına ulaştığından hiç kuşkum yok. Ancak bunun bir yenilik olmadığını da eklemeliyim. Tarih, polisiye, siyaset karışımını örnekleyebileceğimiz pek çok roman sayılabilir. Mesela farklı türleri bir araya getirmek, deyim yerindeyse "Tarihi CSI" yazmak konusunda Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı romanı, tarihsel olaylarla suç kurgusunun dengelendiği ve hem felsefi arka planı hem de tarihsel atmosferiyle bu türün en parlak örneklerinden birisiydi. Aslında Gülün Adı’nı bir türe sokmak doğru olmaz. Buna karşılık Celestin "tür" romanı yazmak için yola çıkmış, polisiye kurguyu tarihsel gerçeklerle, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı bir dünya görüşüyle derinleştirmiş. Ray Celestin, New Orleans Cinayetleri ile kariyerine iyi bir başlangıç yapıyor. 

 


 

* Görsel: Akif Kaynar

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.