Bu tür romanların izlenimci gerçekçiliği çoğu zaman şu "topluma ayna tutma" meselesiyle karıştırılabiliyor. Isherwood, savaş öncesi Berlin'i anlatırken aslında kültürel/ruhsal bir çöküşün betimlemesini yapıyor; yani bir bakıma savaştan sonra Berlin'in alacağı enkaz görünümünün, 20-25 yıl öncesinde Berlin'in ruhunda yaşandığını görüyor, gösteriyor. Savaş yanlılığının, şiddetin ve ırkçılığın yükseldiği bu çürüme halinde insanlığın aslında "yeraltı"na kaçtığını, fuhuş batakhanelerinde, gizli eşcinsel kulüplerinde sığınak bulduğunu... Hoşça Kal Berlin, denmesi bu yüzden; öykülerin ortak noktalarından birisi, "aşk ilişkisinin kurulamaması. Kimse kendini bir başkasına bırakamıyor.

38%
62%