Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tıpkı bir rüyadaki gibi



Toplam oy: 583
Ercan Kesal
İletişim Yayıncılık
Eğer çizimlerin işaret ettiği yerde hayal kuracak yeni fırsatlar görenlerdenseniz Bozkırda Bir Geceyarısı tam size göre.

"Rüyalar hakkında konuşmak, filmler hakkında konuşmaya benzer; çünkü sinema rüyaların dilini kullanır, yıllar bir saniyede geçebilir ve bir mekandan diğerine sıçrayabilirsiniz. Görüntülerin meydana getirdiği bir dildir bu. Ve gerçek sinemada, her nesnenin ve her ışığın bir anlamı vardır; tıpkı bir rüyadaki gibi..." Federico Fellini, 1984 yılında Rolling Stone dergisine verdiği röportajda filmler ile rüyaları kıyaslarken, sinemasına ilişkin de bir ipucu sunuyordu aslında. İzleyicisine filmlerinde kullandığı nesnelerde –belki kendisinin de bilmediği– saklı anlamlar bulunduğunu müjdeliyordu. Mussolini döneminin zihni tembelleştiren, seyirciye pembe gözlükler takan sinemasına bir alternatifti bu; derin düşünmeye davetti. Faşist bir lider tarafından yönetilen bir toplumun gördüğü rüyalar nasıl ki bastırılmış stresin boşaltılması için de birer vesileyse, nasıl ki rüyada uyanan bu stres, eşlik ettiği sade görüntülerin yanında orantısız kalıyorsa, sinemanın ruhu da insanın içinde uyuyan tedirginlikle etkileşime geçiyordu işte.

 

 

Fellini filmlerinin ortasında

 

Öte yandan, rüyaların dilini kullanan bir tek sinema da olamaz; edebiyatın da bu anlamda sinemanın pek de gerisinde kalmadığını rahatlıkla söyleyebilir, Haruki Murakami'nin Tuhaf Kütüphane'si ile Ercan Kesal'ın son kitabı Bozkırda Bir Gece Yarısı'nı bu türden bir edebiyatın Türkçedeki güncel örnekleri olarak gösterebiliriz. Bu kitapların ikisi de okurda yazarların gördükleri tuhaf bir rüyayı anlattıkları hissini yaratırken, Bozkırda Bir Gece Yarısı, "Gece yarısı Fellini filmlerinin ortasına düşmüş şaşkın Anadolu köylüsü gibiydim," diyen ana karakteriyle rüyayı edebiyata, edebiyatı da sinemaya bağlıyor. Üstelik bunu yalnızca sözle yapmıyor, Behnan Shabbir'in metne eşlik eden çizimleri sözün görüntüyle ilişkisini pekiştiriyor. Ercan Kesal'ın sinemayla ilişkisi de bu bağı güçlendiriyor şüphesiz.

 

Hikayenin rüyalara özgü tuhaflığı ise, nerede olduğunu kimse bilmediği halde bulunduğu yerdeki sabit hatta gelen bir aramayla göreve çağrılan doktordan, her akşam telefonlaşacak kadar cumhurbaşkanıyla bile samimiyeti ilerletmiş muhtardan, muhtarın köydeki başka hiçbir şeye uymayan İskandinav mobilyalarından, civardaki en aklı başında kişi gibi görünen deliden, köye ait atıl durumdaki otobüsten, sağlık ocağına hediye edilen Alman arabasından geliyor. Bu noktada, Fellini'nin dediklerini hatırlayarak, bu rüyadaki her nesnenin bir anlam taşıdığını kabul edebilir veya anlatılan hikayeden hareketle, Türkiye'de bürokrasinin nasıl işlediğine bir kez daha şahit olup dertlenmekle yetinebiliriz.

 

Kitabın ana karakteri bozkırdaki bir köyün sağlık ocağında görev yaptığı, bulduğu ilk fırsatta soluğu Ankara'da kurulan bir sofrada aldığı, bu sofrada da edebiyat konuşulduğu için, kitaba daha başlar başlamaz Bozkırda Bir Gece Yarısı'nın otobiyografik bir yönü bulunduğunu hissediyoruz ama Ercan Kesal da Karar'dan İnci Döndaş'a şöyle diyor zaten: "1980'li yıllarda Anadolu'da mecburi hizmet günlerimde başımdan geçen bir olay. Kurmacalaştırılmış gerçek bir hikaye. 2016'da çıkan Cin Aynası kitabımdaki 'Köyde Sucuk Salgını' hikayesinin biraz değiştirilmiş hali."

 

 

Çizerlerin gözünden

 

Eğer çizimlerin işaret ettiği yerde hayal kuracak yeni fırsatlar görenlerden, öykülere bir de çizerlerin gözünden bakmayı sevenlerdenseniz İletişim Yayınları'nın bir seri olarak yayımladığı diğer kitaplara da göz atmak isteyebilirsiniz. Berat Pekmezci'nin çizimleriyle Hakan Bıçakcı'nın Otel Paranoya'sı, İlban Ertem'in çizimleriyle Emrah Serbes'in Üst Kattaki Terörist'i, Murat Başol'un çizimleriyle Mahir Ünsal Eriş'in Benim Adım Feridun'u ve Seyhan Argun'un çizimleriyle Aslı Tohumcu'nun Sevil de Sevme'si şimdilik sizi bekleyen diğer kitaplar.

 

 

 

 


 

 

 

 

Görseller: Behnan Shabbir (kitaptan)

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.