Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Türk edebiyatında 'fantastik' dalga...



Toplam oy: 1742
Barış Müstecaplıoğlu
İthaki Yayınları
Yazar, birçok örneğini Türk siyasi tarihi ve gündeminden çıkardığı etnik-ırksal çatışmaları, güç ve iktidar sahiplerinin halk üzerindeki kirli oyunlarını fantastik bir pelerinin kisvesi altında bize sunuyor.

80’lerde çocuk, 90 ve 2000’lerde genç olan bizler, 68’lilerin ve darbe şahitlerinin hakkımızda ne düşündüğüne pek umar vermeyiz. Şüphesiz, miladın başından bu yana her kuşak acılarını mitleştirmiş, geçmişlerinin çivilenerek öldürüleceği çarmıhı sırtında taşıyan 'Nasıralı'nın çilesini aratmadığına kati suretle inanmıştır.

 

 

Lakin zannımca bizin kuşağın ıstırap çığlığı (Eli, eli, lama sabacthani? [Tanrım, neden beni terk ettin? – Matta 27:46] ) maneviyen daha bir manidardır. Zira Türkiye’deki 80 öncesi kuşaklar sosyo-politik bağlamda babalarıyla çatışmış, muvaffak olamasalar bile sağlıklı bir psikolojik süreç zarfında Freudyen bağlamda onları katletmeye kalkmıştır. Atalarından örs olarak yararlanan bu kuşaklar, istençleriyle ruhlarını çekiçlemiş, kimliklerini sağlıklı bir biçimde döverek biçimlendirebilmiştir. Lakin, toplum mühendislerinin işkence aletlerinin sirayetiyle bizim kuşağımızın ebeveynlerinin ağzını bıçak açmamış, maneviyatımızı şekillendireceğimiz  'Ruhdöveni'nin (Soulforge) esamesi okunduğunda, 'Kenan' diyarının lanetleri onlara sükut ettirmiştir. Kimilerimiz Ruhdöveni’nin mevcudiyetinden bihaber süre gelerek maneviyen ve hüviyeten sakat kalmış; aramızdan istenci ve asaleti mevcut olanlar ise arayışları sonucunda Ruhdöveni’ni aletleriyle birlikte boşaltılmış ve terk edilmiş bularak çığlıklar içinde haykırmış, öfke içinde yumrukları ve tırnaklarıyla ellerini duvarlarda parçalamış, bitap düşerek hastalanmış, yalnızlık içinde savrulmuştur.

 

 

 

Günümüz ozanlarından Blind Guardian’ın Mordred isimli parçasındaki tabiriyle bizim için “Savaş başlamadan kaybedilmiş, ışıklar söndürülmüş ve şafak katledilmişti”. Ne bir amaç görünüyordu ortada ne de bir araç; büyük zamanlar ve ülküler artık mazideydi. Bir zamanlar Nietzsche gibi Tanrı katilleri de dünyanın altındaki halıyı çekmişti. Lakin onlar insanoğlunun düşüşün acısıyla çakralarının açılmasını, ızdırabın dinginliğiyle titreyip kendine gelmesini hedeflemişti. Bizim altımızdan halıyı çekenlerse, öncesinde zemini de öylesine oymuşlardı ki; onların karanlık ve pislikleri kadar sonsuz olan ebediyete kadar düşebilelim...

 

Sosyo-politik sebepleri ve arkaplanı malum olan bu nihilist düşüş düzleminde bizim kuşağımızdan bir kesim hayalgücü ve fantazinin insanoğlunun takabileceği yegane kanatlar olmasından mütevellit, bu düşüşten kanatları sayesinde yalnızca sapasağlam kurtulmakla kalmadı, fantastik yazına verdiği destekle Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği’nin kurulmasına da önayak oldu.


O tarihte Floransa’da bulunmamdan dolayı büyük bir üzüntüyle katılamamış olsam da, FABİSAD geçtiğimiz günlerde Giovanni Scognamillo gibi isimler de dahil olmak üzere, birçok yazar, çevirmen, editör, senarist vb. katılımıyla bir açılış partisi düzenleyerek kamuoyuna sesini duyurdu. Nuran Özlük, Türk edebiyatında fantastik romanın yeni bir olgu olmadığını Türk Edebiyatında Fantastik Roman isimli başarılı çalışmasıyla ortaya koymasına rağmen, şüphesiz bugünlerde modern bağlamda Türk fantastik romanının doğuşuna hep birlikte tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Bu sürece en büyük katkı sağlayanlardan isimlerden biri Türk fantastik romanının parlayan yıldızı yazar Barış Müstehcaplıoğlu. Perg Efsaneleri gibi olumlu eleştiriler almış ve yabancı dillere çevrilmiş eserleri bulunan genç yazarın son eseriyse Şamanlar Diyarı.

 

 

 

 

Fantastik literatür değerlendirildiğinde, türün Ejderha Mızrağı, Yüzüklerin Efendisi, Taht Oyunları vb. gibi görece en başarılı örnekleri siyasal realizmi neredeyse bir an bile elden bırakmaz; zira fantastik edebiyatın özsuyu buradan gelir: Gerçeği, gerçekliğin banallığından kurtarılmış bir estetikle sunar. Şamanlar Diyarı’ndaysa, hem kaçış edebiyatını, hem de bu fantastik realizme aynı anda tanık oluyoruz. Yazar, birçok örneğini Türk siyasi tarihi ve gündeminden çıkardığı etnik-ırksal çatışmaları, güç ve iktidar sahiplerinin halk üzerindeki kirli oyunlarını fantastik bir pelerinin kisvesi altında bize sunuyor. Delkar, Nasra ve Harnan çatışmaları gerek perde önü ve arkasındaki tezahürüyle Türkiye siyasetinin karanlık sayfalarına hiç de yabancı değil. Öte yandansa yazar gerçekliğin ısıran soğuğuna rağmen, ütopik-romantik bir kaçışı romanının özüne yerleştirmiş: “Gözleriyle göremediği hayata notalarla şekil veriyor gibiydi (s. 261)”. Dil kullanımıysa süsten uzak, son derece akıcı ve sade bir dil. Eserle ilgili olumsuz olarak nitelendirilebilecek noktalarsa sonuna değin öne çıkan bir kahraman yaratılamamış olması, karakterlerdeki ani karar değişiklikleri ile diyalogların kimi zaman çocukça görünmesi ve verilmeye çalışılan toplumsal mesajın kimi zaman sık sık tekrar ederek banallaşması olarak öne sürülebilir. Nihayetinde Şamanlar Diyarı karakterlerini biraz daha renklendirebilir, vermek istediği mesajı tekrar eden diyaloglarla sunmak yerine olaylarla okuyucuya işleyebilir, Delkarna dünyası ile tarihini biraz daha derinleştirebilir ve sonunda vaad ettiği biçimde Perg ile başarılı bir biçimde bağlayabilirse bu hoş eserin leziz bir seriye dönmesi işten bile değil.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.