Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Turkuaz çileler



Toplam oy: 686
Zeynep Rade
Oğlak Yayıncılık
Zeynep Rade’in metinlerinde farklı biçimler kullanması içinde yaşadığı çağı farklı taraflarından yakalamış. Metrobüs güzergahı boyu edilen sohbetlerden, kesik kesik devam eden yazışmalara kadar birçok yöntem denemesi söz konusu.

Zeynep Rade’in geçen ay yayımlanan öykü kitabı En Güzel Boşanma Hikayeleri, okuru temelde evlilik ve boşanma kavramları üzerinden sorgulamaya iten bir eser. Kitaptaki 16 öykü boyunca evlilik hayatının halı altına süpürülen evreleri, boşanmayı hazırlayan zeminler ve süreçlere yer verilmiş. Elbette sonrası da…


Bazı konuları tartışmaya kapalı olan toplumlarda sorunların açıkça konuşulup üzerine gidilmesi de güç olabiliyor. Özellikle de  bu aileyle ilgiliyse... Bu kapalılık gönül ilişkilerinde de söz konusu. İyi, kötü, doğru, yanlış… Kime göre? 16 öyküde de bu durum hissediliyor. Bundan ötürü Rade öykülerde adaleti arıyor. Kitap, her şeyin mükemmel gitmediği, aksine aksaklıkların çırılçıplak ortaya serildiği noktalarda tarafların yanlış tutumlarını ne kadar normalleştirdiğimizi acımasızca sunuyor okura. Bazı şeylere başlamak kadar bitirmenin de, ilişkiyi sürdürmeyi becerememenin de normal olduğunu söylüyor yazar. Bu anlamda kitaptaki ilk öykü olan “Ölüm Bizi Ayırana Kadar”da Çiğdem’in ağzından dökülen “Bir evliliğin önce arkadaşlık ve samimiyet üzerine kurulması gerektiğini kimse bana söylememişti,” cümlesinin kitabın omurgasını oluşturduğu söylenebilir. Öyküler, arkadaş ol(a)mayan, bedenlerinden başka paylaşacak bir şeyleri bulunmayan çiftlerin erkek egemen evliliklerinin tercih edilmiş sürgünden pek de farkı olmadığını gösteriyor. Bu yüzden bir yerde bitmesi gerekiyor ve yazar bunu karakterlerini konuşturarak yapıyor. Sonun başlangıcından konuşmaya başlayan karakter süreci sunuyor. Bu diyalog ve monologlarla yaşanılanlara bakış sağlanıyor.

Öykülerin öne çıkan ortak özelliklerinden biri de kadın karakterlerin evlilikleriyle beraber başka meseleleri de içermesi. Kadın karakterler aldıkları fazla kilolardan erkeklerin kendilerine nasıl baktığına kadar birçok konuyu gündeme getiriyor. Onların yaklaşımına doğal bir seziyle bakıldığında ise bu konuda haksız sayılmadıkları anlaşılabiliyor. Üstelik neyi aradığını bilen kadınların salt hayal kırıklıklarıyla değil, hayatın başka taraflarıyla da ilgilenebildikleri görülüyor.

 

Metinler boyu akan, kitaba da adını veren bu ayrılıklar/boşanmalar silsilesi biten ilişkilerin sonrasına da uzanıyor. Boşanmaların, çocuk olsun olmasın, sonrasında da kadına hayatı zindan ettiğini söylüyor. Bunun sebebi ise sistemin ta kendisi. Sistem izin vermiyor, kanunlar, kayınlar, ekonomi buna izin vermiyor. Buna paralel olarak kendini yeniden var eden kadın karakterler de söz konusu. Zira bu bitişlerin peşinden kadınlar için yeni yükselişler ve kendilerini yeniden inşa etme süreçleri geliyor. Böylece gerek yazar, gerekse karakterler tarafından ortaya konan mücadele ile roman okunmaya değer bir metne dönüşüyor. Burada yazarın gözlem gücüne değinmek gerek. Evlilik öncesi, evlilik ve boşanma sonrasına ait sahnelerin canlılığı kendini hemen gösteriyor. Zeynep Rade, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın saklandığı dolaptan gördüklerini yeniden ve kendi dilince anlatılıyor. Bu anlamda okur için yabancılaşmayan, görülebilirliği artan metinler halkası oluşuyor. Bir yandan da Rade, Gürpınar’ın gördüklerini devralıp kendi işliyor. Yazarın detaylara gösterdiği özeni “Göz kapağının arkasından rimelinin topaklaştığını fark etmişti,” cümlesiyle başlayan pasaj üzerinden okumak mümkün.  Bu durum zaman zaman detaylara dair düşünmeye itiyor okuru.

 

Böylelikle “Ölüm Bizi Ayırana Kadar”da ziyaret edilen Aziz Mahmud Hüdayi Türbesi kadar “Metrobüs Jürisi” de öne çıkıyor. Evin içine kapanıp kalan kadınların  hayatları metinler aracılığıyla gündelik hayatın başka eksenlerine kaydırılıyor. Türbede edilen dualardan yakarışlara, geleneksel öğelerden kültürel katmanlara birçok durum ortaya çıkıyor. Farkı kültürlerin duygudaş kadınları buluşuyor. “Siberalem Usulü”nden “Mr. and Mrs. Brown”a kadar da farklı kimlikler üzerinden açılım devam ediyor. Bu halkanın giderek genişlemesi ve yazarın kitaptaki son öykü olan “Maydanozun Dikeni” ile rotayı öyküden masala doğru çevirmesi kitabın manifestosunu perçinliyor.

 

Rade’in metinlerinde farklı biçimler kullanması içinde yaşadığı çağı farklı taraflarından yakalamış. Metrobüs güzergahı boyu edilen sohbetlerden, kesik kesik devam eden yazışmalara kadar birçok yöntem denemesi söz konusu. “Küçülen Mektuplar”da giderek eriyen cümleler; sonunda ne özne ne de nesne içermeyen, salt yüklemlere dönüşen ve kaybolan iletişim bunun bir örneği. Üstelik öykünün bir otomatik e-postayla sonlanması, karakterlerle ilişkili oldukça sert de bir tavır. Sanki bir başka el iletişimin kesildiğini açık bir biçimde vurguluyor. Yok olan iletişimin ortaya çıkardığı yalınlık kopuşun da sembolüne dönüşüyor. Böylelikle yazarın çağın defalarca zikredilmiş olan iletişim sorununa yakınlaştığı görülüyor.

 

Zeynep Rade’in Oğlak Yayınları’ndan çıkan kitabı En Güzel Boşanma Hikayeleri, evlilik üzerinden hayatın başka alanlarına doğru açılımlar gösteren, konseptiyle bir bütünlük içeren ve bunu koruyan ve yeni eğilimlere olanak sağlayan bir eser.  

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.