Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ülkesiz ve zamansız bir adam



Toplam oy: 104
Ülkesiz Bir Adam’da ABD’nin üstüne kurulu olduğu değerleri; dini, devleti ve savaşları masaya yatıran Kurt Vonnegut, her zamanki gibi ait olduğu topluma içeriden bir eleştiri getiriyor. Vonnegut, kitabında kendilerine küçük yaşlardan itibaren öğretilen büyük anlatılara meydan okuyor.

Kurt Vonnegut, Türkiye’de denemeleriyle pek gündeme gelen bir yazar değil. Geçtiğimiz yıllarda ilk kez yayınlanan mezuniyet konuşmaları Daha Ne Olsun’un birkaç baskı yapması sevindiriciydi. Şimdi yine, Algan Sezgintüredi çevirisiyle, bir başka denemeler toplamı okurla buluştu: Ülkesiz Bir Adam. ABD’nin üstüne kurulu olduğu değerleri; dini, devleti ve savaşları masaya yatıran Vonnegut’ın denemeleri, her zamanki gibi ait olduğu topluma içeriden bir eleştiri. Vonnegut, kitabında kendilerine küçük yaşlardan itibaren öğretilen büyük anlatılara meydan okuyor. Aksi mümkün mü? 13 Şubat 1945 tarihinde, Dresden’de, tek bir gecede 135 bin kişinin öldürüldüğü bombardımandan sağ kurtulanlardandı Vonnegut.

 

Boğulup ölenleri bodrumlardan kazıp çıkardılar. Cesetleri kocaman ateşlere atıp yaktılar. Berbat kokan o şehirden çıkmayı başardılar; o ve birkaç arkadaşı daha. Tüm bunlardan yıllar sonra, arkadaşının eşi Mary ile konuşurken, savaşla ilgili bir kitap yazmak istediğinden söz açıyor Vonnegut. Mary’nin tepkisi çok sert oluyor bu sözlere; Vonnegut’ı, savaş övücülüğü yapmakla suçluyor Mary. Oysa tüm bu hayat hikâyesi Vonnegut’ın sarkastik diliyle birleşecek ve edebiyat tarihinin en önemli savaş karşıtı romanlarından biri ortaya çıkacak: Mezbaha 5.

Vonnegut’ın veda mektubu
Savaşta, özellikle Dresden’de yaşadıkları, Vonnegut’ın hümanizm anlayışını şekillendirir. Amerikan Hümanist Birliği Fahri Başkanı (Isaac Asimov’un ardından bu görev ona veriliyor) olan Vonnegut’ın hümanizmi, dinin, politikanın ya da devralınan kültürel anlayışların üstündedir. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olup olmadığı onu ilgilendirmez. Eğer İsa doğruları söylüyorsa, bu kimin umurundadır ki? Yine de onun hayalindeki İsa, Tepe’deki Vaaz’i veren İsa’dır: “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara, ne mutlu merhametli olanlara, ne mutlu barışı sağlayanlara” diyen İsa. Pentagon’da “Ne mutlu barışı sağlayanlara” yazısının asılı olduğunu hayal ediyor Vonnegut ve şöyle diyor: “Daha neler!” Ülkesinin kölelik utancını, Vietnam’da yaşananları her fırsatta hatırlatıyor ve toplumunu tüm bu kötülüklerle yüzleşmesi için zorluyor adeta. Kahramanlarından biri Jefferson olsa dahi, onun da bir “efendi” olduğunu asla unutmuyor; Lincoln, onun için her daim daha önde geliyor. Ülkesiz Bir Adam, Vonnegut’ın tasvirindeki dünyayı gözler önüne seriyor bu yönüyle; temel, başat insan haklarının elimine edilmediği, yüzünü insana dönen, aileyi, kalabalık olmayı önemseyen, sanatı savunan, bir tür tasavvuf anlayışına yakın öğreti denebilir.
Genel hatları itibariyle politik hicvin ağır bastığı kitapta dikkat çeken bir başka unsur, kitap tavsiyelerinden hikâye türlerine, Vonnegut’ın yazma deneyimlerine, bir “edebiyat atölyesi” özelliği de taşıması. Vonnegut’ın öykü türlerini kendi tarzını kullanarak sınıflandırması, yaratıcı yazarlık derslerini andırıyor; Kafkaesk bir hikâyeden, “Oğlan Kızla Tanışır” hikâyesine, birçok kurgunun şekillenme serüveni grafiklerle anlatılıyor kitapta.
Ülkesiz Bir Adam için Vonnegut “Bu yazdığım son kitap olacak” der ve kitabı yazdıktan üç ay sonra ölür. Bu sebeple de aslında, kitap Vonnegut’ın deneyimlerini aktardığı, ülkesine ve dünyaya dair söylemek istediklerini söylediği bir tür veda mektubu, bırakılan bir tür miras olarak görülebilir. Ülkesiz Bir Adam lafına ek olarak, belki de zamansız bir adam denmeli Vonnegut için: Bıraktığı miras günümüzü aydınlatmaya devam ediyor. Şu sözlerine kulak verelim, tam da ölümcül bir salgınla boğuştuğumuz günümüze ışık tutmuyor mu? “Herhangi bir konuda verecek iyi bir haber yok. Gezegenimizin bağışıklık sistemi insanlardan kurtulmaya çalışıyor.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.