Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Umudun peşinde bir polisiye



Toplam oy: 1020
Algan Sezgintüredi
April Yayıncılık
Maktul aslında "her biri ayrı ciğer yakan maktul çocukları" ifade ediyor ve "Alt tarafı üç ağaç" demeyen Sezgintüredi Maktulün Şansı'nı yitirdiğimiz fidanlara da ithaf ediyor.

Polisyeler, diğer türlerden farklı olarak okuru bir bulmacanın peşinde sürükler. Okur, sürüklendiği maceranın nereye varacağını öğrenmenin arzusuyla sayfaları merakla ve heyecanla çevirirken dedektifin yakaladığı her ayrıntı, okuru önceki sayfalarda kaçırdığı yere geri döndürür. Okur, dedektifle birlikte bir oraya bir buraya sürüklenirken “Tüm suçlular aptaldır ve bir noktada saçmalarlar,” sözünden yola çıkarak en az bir kişiden şüphelenmeye başlar ve şüphelendiği kişinin/kişilerin gerçek suçlu olup olmadığını öğrenmek için sayfaları daha hızlı çevirmeye başlar.

 

Okurun olayı çözmek için duyduğu heyecan, çoğu zaman en az dedektiflerinki kadardır. Ancak gereksiz ayrıntılar peşinde sürüklenen dedektifler, okurun bulmacayı çok ilgisiz sularda çözmeye çalışmasına sebep olabilir. Algan Sezgintüredi’nin son kitabı Maktulün Şansı da lafı gereksiz yere uzatan, gereksiz ayrıntılara takıldığı için okurun sonuca kendi başına ulaşmasına pek de izin vermeyen polisiyelerden. Bu yolla Sherlock Holmes’ün “Her halttan bir şey çıkarmaya kalkışmamak” ilkesinin gerekliliğini bir kez daha hatırlatan Vedat Kurdel ve Tevfik Dağdelen, gereksiz ayrıntılar peşinde koşsalar da her zamanki gibi olayı acemi bir profesyonellikle çözüyorlar.

 

Sezgintüredi, ilk dört kitabı Katilin Şeyi, Katilin Meselesi, Katilin Uşağı ve Katilin Şahidi’nin aksine kitabın girişine alarak, Homeros ve Vergilius’a gülümsediği şiirdeki gibi, bu kez bir maktulün peşinden sürüklüyor Vedat ve Tefo’yu. Avukat arkadaşları Seyfi’nin bir arkadaşının oğlu Umut’un peşine düşen dedektifler, özel harekat müdürlerinden eski hırsızlık suçlularına, siber suçlardan şans oyunlarına kadar uzanan çoğu kez güncel siyasete de dokunan bir vakayı, en insani duygularla; vicdan ve merhametle araştırıyorlar. Kendilerini bir anda iç içe girmiş iki kayıp vakasının ortasında bulan iki kafadar, çok da işe yaramayacak ayrıntıların peşinde koşmaktan burunlarının ucunda duran katili bulmak için tam bir hafta uğraşıyorlar.

 

“Biri raftaki imgesine dokunurken diğerinin leblebiyi anlaması” ikilinin nasıl bir uyumla çalıştıklarının en açık ifadesi olurken Vedat ve Tefo’nun işi acemice yapmaları, sayfaları derin bir ciddiyetle okumak yerine çoğu kez bir tebessümle takip etmeyi sağlıyor. Onca mizah unsuru arasında Tefo’nun babasının onlara verdiği “Unutmayın, herkes yalan söyler,” öğüdü bir kulaklarından girip bir kulaklarından çıksa da olayın aslında bu bilgi olmadan çözülmeyeceğini de gösteriyor.

 

Olayı çözüp katili olması gerektiği yere götürdükten sonra sanki birileri Vedat’a “Katil olduğunu nasıl anladın?” diye sormuş gibi uzun uzun anlatmaya başlıyor yazar. Böylece okur da kitap boyunca verilen ve katile götüren ipuçlarını hatırlıyor. Bütün umutlar yittiğinde, aslında olayın çözülmesine ramak kaldığını öğretiyor. Maktul aslında “her biri ayrı ciğer yakan maktul çocukları” ifade ettiğinden, Sezgintüredi kitabını “Alt tarafı üç ağaç…” demeyerek yitirdiğimiz fidanlara da ithaf ediyor.

 

Konunun pirleri Sir Arthur Conan Doyle ve Agahta Christie’yi bir kenara koyup Türkiye’de polisiyeyi ele aldığımızda akla gelen isimlerden biri olan Sezgintüredi, eğlenceli üslubuyla ve 10 yılda yazdığı beş kitapla bu türe eğlenceli bir soluk katıyor. Çevirmen kimliğinin etkisiyle olsa gerek Türkçeyi kullanımındaki ustalığı, sade ve temiz dili sayesinde okunması zevkli kitaplara imza atan Sezgintüredi, Vedat ve Tefo’yu yeni ve güncel maceraların peşinde sürüklemeye devam edecek gibi görünüyor. Okura ise yeni maceraları heyecanla beklemek düşüyor.

 

 


 

 

* Görsel: Uğur Altun

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.