Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Umutlu ve güneşli türküler



Toplam oy: 742
Yaşar Miraç
Ayrıntı Yayınları
Yeniden yayımlanan Trabzonlu Delikanlı tarihi bir belge niteliğini taşımaktan öte bir ibret niteliğine de sahip.

Yaşım –maalesef– var ve o günleri hatırlamaya yetiyor. 12 Eylül darbesi yapıldığında 15 yaşımdaydım. Ümitler kırılmıştı. 80 öncesinde özellikle solda görülen kültürel hareketlilik birden bıçak gibi kesilmişti. Yasaklar dönemi başlamış, “devrimci” şair ve yazarlar susturulmuştu. Böyle bir ortamda, 1980 yılının sonlarında Yazko Edebiyat ilk kez çıktı ve şiir ortamındaki ani yılgınlığa merhem oldu. Bir müddet sonra Somut adlı bir kültür gazetesi de yayımlanmaya başladı. O çorak dönemde insana umut aşılayan yayınlardı bunlar (özellikle Can Yücel’in kısa şiirleri, Cemal Süreya’nın kıvrak yazıları).

 

80 şairleri dediğimiz, şiirdeki slogancılığa karşı diklenen (ki gerçekten de 80 öncesi toplumcu –“devrimci” – şiir, şiir olma niteliğinden çokça feragat etmişti; yine de insanın kendisini II. Yeni şairleriyle kurtarması mümkündü) ama ne yazık ki bunda da kantarın topuzunu kaçırıp şiiri içine kapatan şairler egemen olmaya başlamıştı. 80 şiiri yılgınlığın, marazın şiiriydi.

 

 

Yaşar Miraç işte böyle bir ortamda şiir yazıyor, 80 sonrası toplumcu şiirin zaaflarına karşı çıkayım derken toplumcu şiirin kendisine de karşı koyuyordu. En önemli savı, bir şiirin öncelikle şiir olma niteliğine sahip olması gerektiğiydi. Siyasi kamplaşmalara karşı durma gerekçesiyle sağ ve İslamcı kesimle ilişki kuruyordu. Miraç’ın 1979’da yayımlanan, 1980 TDK Ödülü’nü alan, sonra da yasaklanan şiir kitabı Trabzonlu Delikanlı yayımlandığı dönemde gerçekten de büyük ilgi uyandırmış, büyük bir umut ve coşku kaynağı olurken çok da tartışmaya yol açmıştı. Çölde açan bir çiçek gibiydi adeta.

 

Miraç, o zamana dek pek de başarılamamış bir işi yapıyor ve Karadenizli olması hasebiyle şiirlerinde Karadeniz folklorundan, halk deyişlerinden, şivesinden ve Karadeniz müziğinin tınısından yararlanıp yeni bir şiirin peşinden gidiyordu. Evet, bu poetik olarak iddia taşıyan bir girişimdi ama bu kadar çok ilgi görmesinin nedeni bence karamsarlığa kapılmış insanlara coşku ve ümit vermesi, yaşamı yeniden hissettirmesiydi. Halkın nabzının attığı türkülerin heyecanını ve samimiliğini, doğrudanlığını barındırmasıydı. O zaman ülkemizin böyle bir şaire çok ihtiyacı vardı: Bu şair, yılmış, bitkin halka ümit veren, coşkulu, duygudan korkmayan, hakiki bir şiir verebilirdi.

 

Yaşar Miraç’ın 20 yıl kadar süren gurbetçilik dönemindeki suskunluğunda arkadaşları tarafından yeterince desteklenmemiş olmasının yanı sıra, şiirini çeşitlendirmeyip ona boyut katmamasının da rolü vardır. Miraç, 80’lerin başında yakaladığı o büyük fırsatı değerlendirmedi. Şiiri üzerinde düşünmedi, kendisini tekrarlayıp çoğalttı. Kendi klişelerini yarattı. Bir dünya şairi olmayı hedeflemedi. Karadeniz’in o muhteşem türküleri içinde edilgin bir halde yolunu kaybetti. Halbuki yazdığı şiir, yaşadığı dönemin ihtiyaçlarıyla örtüşüyordu. Bu bakımdan şanslı bir şairdir Miraç. Ne yazık ki bunun farkına varamadı.

 

Şimdi yeniden yayımlanan Trabzonlu Delikanlı tarihi bir belge niteliğini taşımaktan öte bir ibret niteliğine de sahip. Hatta şiir tartışmalarının bir zamanlar neleri kapsadığını gösterebilir, ufuk darlığından ötürü akim kalmış bir girişimin önemini bize yeniden hatırlatabilir. Ki Miraç’ın yapamadığı şeyin hâlâ yapılamamış olarak kaldığı bir gerçek. İnsanı bütün yönleriyle yansıtan çağdaş bir halk şiirine hâlâ ihtiyacımız var.

 

 


 

* Görsel: Nora Yeksek

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.