Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yarasa; bir gerçeklik yanılgısı



Toplam oy: 1151
Luigi Pirandello
Aylak Adam
Luigi Pirandello yaşamında karşılaştığı sıkıntı ve üzüntülerden bir insanlık anlatısı yaratabilmiş, okura göz kırpan kurmaca metinleriyle kendi sesini işitebileceğimiz önemli bir yazar.

 

 

"Umea, Lulea, Pitea, Skelleftea…"

"Ne diyorsun tanrı aşkına?"

"Hiç sevgilim, Laponya’nın nehirleri…"

"Ne ilgisi var şimdi Laponya’nın nehirlerinin?"

"Hiç sevgilim. Hem de hiçbir ilgisi yok…"

(Çare: Coğrafya)


 

On dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın ilk yarısında yaşamış, ölümünden iki yıl önce, 1934'te Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmış olan İtalyan yazar Luigi Pirandello, kalemiyle coşku ve soluk verdiği önemli eserlerinin arasına, tekrar tekrar dönüp okuma pratiği yaptıracak başarılı öyküleri de katarak, Siyah Şal'da karşımıza çıkıyor.

 

 

Belli bir yazım sırası gözetilerek derlenen toplu öyküler, yazarın hayatı boyunca edimlediği deneyimlerin merceğinden bakarak yapacağımız okuma pratiğiyle, etkileşimin yoğun hissedildiği bir okur tecrübesine dönüşecek kuşkusuz. Varlıklı bir ailenin ferdi iken bütün kazanımların kaybedilmesi, yeni durumun getirdiği yoksunluklara eşinin direnç gösteremeyip zihin sağlığını yitirmesi, Pirandello'nun tevekkülle teslimiyetinde oldukça ağır darbelere sebebiyet vermiş, kaleme aldığı tüm metinlerinde kendini, karamsarlığı ve taşkın umutsuzluğuyla bir karakter olarak tasavvur etmesine zemin hazırlamıştır. On beş öyküden oluşan Siyah Şal, yazarın üslup ya da kurmaca ile ilgili imkânlarındaki arayışlarından çok, tüm aleladeliğiyle o an olmakta olanı bir izlenimci hassasiyetiyle resmeder. Bu resimlerin her birinde yazar yalnızca önüne geçilemez olanı işaret etmekle kendini mükellef kılar, karakterlerini içine düştükleri onulmaz durumlara karşın dokunaklı ağıtlarla sahiplenen bir tavır değildir onunkisi. Üstelik kendi hayatının kayıpları her öyküde otobiyografik çağrışımları imlerken, koruduğu bu ustalıklı uzaklık, okura kendi sorularını sorabileceği ve yanıtlarının neler olabileceği konusunda yolunu bulacağı özgürleştirici bir okuma pratiği vaat eder. Hal böyle olunca metinler, onu besleyip çoğaltan bir yaşamın ruhunu sağaltırken diğer yandan gerçeğin ve gerçeklik algısının yarattığı çatışmalı duruma da davet eder meraklı okurları.

 

Çaresizlik, keder ve ümitsizlik çemberi

 

Bir yazım sırası gözetildiğini yinelesek de, öykülerin tamamen konu bütünlüğü gösterdiğini iddia etmek doğru olmaz. "Meola'nın Savunması", "Talihliler" ve "Madem Yağmur Yağmıyor" adlı öyküler fasıllar halinde birbirinin devamı metinler olup, diğer öykülerle çaresizlik, keder ve ümitsizlik çemberinde birlikte dönmeye devam ederler. Luigi Pirandello kaleme aldığı her metninde zamanın ruhu, kader karşısında insanın isyanı ile sosyal yozlaşmanın da altını çizer. Bu dertlerini, kahramanlarını acıklı bir oyunun figüranlarına dönüştürmeden kurmacanın çekirdeğine zerk eder. Bütün meselesi gerçeğin ne olduğu ya da olmadığı ile ilgilidir. Bir durumu özüne yakınlaştırıp ya da uzak kılıp amorf ederek, gerçeklik algımızı icat ettiğimizi iddia eder, bu nokta da gerçekliğin göreceliğinden bahseder. Derlemenin son öyküsü olan "Yarasa" adlı nefis metinde Pirandello, yeni oyununu sahnelemek üzere heyecan içinde kıvranan bir yönetmenin beğenilme arzusunu dillendirirken, provalar esnasında sahne ışıklarının beri yanına yuva yapan ve devamlı surette oyuncuları taciz eden bir yarasadan söz eder. Tiyatronun sahnelendiği ilk gece, hayvanın varlığı gerçeğini yitirerek oyunun gerçekliğinin bir parçası olur, sanatın yaşamı kuşatıcılığına delil olarak perde önündedir oyun. Yarasa ise sanatın kurgusuyla izleyicinin kurgusunu mayalamak için oradadır.

 

"Tabernacolo"(Küçük Mabet), "Meola'nın Savunması", "Talihliler" ve "Madem Yağmur Yağmıyor" adlı öyküler kurgusal bir bütünlük sergilerken, dini istismarın toplumun en körpe ya da karanlık hislerini nasıl yıkıcı şekilde körükleyebildiğini etkili bir anlatımla gösterir okuyucuya. Hikayelerin yarattığı atmosfer dönemin politik ayrışmalarını, dini itikatların sosyal hayatı domine eden katı enerjisini gözler önüne serer. Pirandello, öykülerine hakim olan melankoli, ümitsizlik ve teslimiyeti kırsal kentlerin cömert güzellikleriyle taçlandırarak kendi tesellisini yaratır bir anlamda. "Çare:Coğrafya" adlı öyküsünde, yazarın hayatının ayak seslerini işitebileceğimiz otobiyografik öğeler, ıstırap karşısında fantezilerinde dünya coğrafyasını sığınağı haline getiren çileli bir adamı işaret eder. Bununla birlikte "Cevap" adlı metin, biçim estetiği açısından diğer metinlerden farklılık gösterir. Gerçeği kurmacaya yaklaştırarak, okura yaratıcı okuma imkânı sağlayan üslup zenginliğiyle bambaşka bir pratik deneyimler Pirandello. Kitaba adını veren ve derlemenin ilk metni olan "Siyah Şal" adlı öykü ise, gölgesi, eti, soluğu yalımlanan bir anlatımla biçimlenen karakterlerin, kırsalın hiç değişmeyen ve hep aynı yerde duran sıkıntısını kurnazlıkla yenmeye, yaşamı bu inceliksiz hesaplarla dönüştürmeye çalışan boğucu dünyalarına dokunuşlar yapar.

 

Luigi Pirandello yaşamında karşılaştığı sıkıntı ve üzüntülerden bir insanlık anlatısı yaratabilmiş, okura göz kırpan kurmaca metinleriyle kendi sesini işitebileceğimiz önemli bir yazar. Onun metinlerini okumak, yeni gerçekçi yönetmen Vittorio De Sica'nın sinemasını tecrübe etmeye benzer bir şey. Nazmiye Tacettin'in İtalyanca aslından çevirisi, kitabın kapağındaki renk seçimi ve Amedeo Modigliani kadınının bakışlarındaki boşluk, Siyah Şal'ın tesirini ve gizemini çoğaltıyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.