Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaşadığımızın teyidi


Gayet iyi
Toplam oy: 1199
Chuck Palahniuk
Ayrıntı Yayınları
Yazar ilk cümlede itiraf ediyor: “Bütün kitaplarım diğer insanlarla bağlantı kurmanın yolunu arayan yalnız bir insanla ilgili”.

Chuck Palahniuk'un deneme, röportaj, mektup gibi çeşitli düzyazı türlerini bir araya getirdiği yeni kitabı Kurgudan da Garip, “Bir hikâye anlatmak için edebiyatçı olmanıza gerek yok.” diyor. Tersine, Palahniuk'a göre tüm dünya hikaye anlatan insanlardan ibaret. Bu açıdan günah çıkarmak için kiliseye gitmekle, destek gruplarına katılmak arasında, ya da her hafta terapiye gitmek arasında bir fark yok. Herkesin ifşa etmek istediği, böbürlenmek istediği, affedilmek istediği, fark edilmek istediği en az bir hikâyesi var. Bu bir anlamda bir varoluş meselesi, yaşadığımızın teyidi. Hatta bir adım daha ileri gidip diyebiliriz ki çoğu zaman hayatı içinden bir hikaye çıkarmak adına yaşıyoruz. 90'lardan beri tanık olduğumuz, “Sizin hikâyeniz de kitap/film/haber olabilir.” vaadiyle, fikirlerimizi, deneyimlerimizi, hayatımızı paketlemek geçiyor aklımızdan. Hayatımızı kontrol edemiyoruz belki, ama anlattığınız hikayenin dizginleri elinizde.

 

 

 

 

 

 

 

Yazara göre aslında kişisel anlatıların büyük kısmı çekilen acılarla ilgili. En kestirme temalar katarsis, melodram ve hatıra. En çok tutan hikayeler acı çeken ama ayakta kalıp zafer kazanan insanlarınki oluyor. Ölmek ve yeniden doğmakla ilgili olanlar. Parçalanmayı, hayatta kalmayı ve tekrar başlamayı anlatanlar. Palahniuk “yıkıcılık” diyor buna. Biz insanlar durmadan bir dünya yaratıyoruz ve sonra da onu yıkıyoruz. Kaçınılmaz insan dinamizmi. Bir yandan her şeyi yerli yerine oturtmak istiyoruz, ev, iş, aile, arkadaşlar... Diğer yandan kervan yolda düzülür misali devinimi özlüyoruz. Güzel, yalıtılmış yuvalarımızı, kontrol edebileceğimiz, çatışma ve acıdan uzak çevremizi yok edip, tekrar daha büyük bir dünyanın parçası olmak istiyoruz.

 

 

 

Yeni bir eve taşınmak, yeni eşyalar seçmek, sağını solunu rötuşlamak zevk, ama ya epeyce oturmuş, yerleşmiş bir evde oturmaya devam etmek? Eski mi eski, ihtişamlı, tarihi bir yalıda yaşamak gibi, ilk başlarda eğlenceli olacağına şüphe yok; ama birkaç hafta sonra daimi bakım onarım hayatınızı yiyip bitirecek! Dövüş Kulübü'ndeki o mükemmel IKEA dairesinin yanıp kül olması sırf bu düzen bozuculuk yüzünden heyecan verici değil mi? İskambil kağıtlarından bir kale yaparken eğleniyoruz ama neticede onu öylece bırakmıyoruz, yıkıp yenisini yapıyoruz. Hep. Durmadan. İnsanı hayatta yıkıcılığa götüren kopamadığımız kaos hissi mi acaba? Sanki “Başlangıçta kaos vardı.” bilgisi bizi neredeyse döngüsel biçimde oraya geri çağırıyor.

 

 

 

 

 

(Görsel çalışma: Chris Piasnick)

 

 

 

 

 

Biraz hobi biraz ölümsüzlük isteği

 

 



“Keşfedilecek yeni yerler (ülke, deniz, uzay) olduğu sürece, uyumsuzların ve maceraperestlerin gidecek bir yeri olacaktır.” demiş Thomas Jefferson. İnsan hayatı sonlu elbette, ama sanki toplu dinamizmimiz ve yayılmacılık potansiyelimiz sonsuz. Gitmek istiyoruz, yaşamak istiyoruz, bilmek, öğrenmek, tecrübe etmek. Ama daha temel olarak soru soruyoruz, merak ediyoruz, ötesine geçmek istiyoruz. Özgür olduğumuzu ispatlamak için belki, kapıları açıyoruz, denizleri aşıyoruz, elmayı yiyoruz. “Ne zaman bir şeyin mümkün olduğunu görsek, o şeyi kaçınılmaz hale getiririz ve gerçekleştiririz,” diyor Palahniuk.

 

 

 

 

Kendimize zarar vereceğini, yasak olduğunu, her şeyi mahvedeceğini bilsek bile. Nedense daha çok yıkıcılıktan ve yaşadığını hissetmek için her şeyi denemeye hazır, sıkılmış, kötü çocuklardan bahsediyormuş gibi geliyor kulağa. Ama aslında olay basit. Yumurta yemeyen yeğenimin büyükçe bir dilim tiramisuyu bitirdikten sonra, “Bunda yumurta yok di mi?” diye sormasıyla aynı şey. Annem “Biraz var.” der demez ağzının tadı kaçıyor, “Uff keşke hiç söylemeseydin.” diyor. Doğru, onu üzmemek için söylemeyebilirdik gerçeği, peki o niçin soruyor? Cevap % 50 gibi yüksek bir ihtimalle üzücüyse, neden mutlu bir umursamazlık içinde yuvarlanıp gitmek yerine huzurumuzu riske ediyoruz?

 

 

 

Palahniuk'un freak show (ucube gösterisi) hissi veren, ama % 100 kurgu dışı karakterleri -“testis festivali”ne katılanlar, Amerikan güreşçileri, biçerdöver parçalayanlar, zevk için kendi şatolarını yapanlar, vücut geliştirme aşkına elli yumurta akı yiyenler, kendini roketle fırlatan adam- bu yüzden bir imza peşinde. Yaptıkları biraz hobi (eğlenceli vakit öldürme) biraz ölümsüzlük isteği. Başkalarının yapmadığı şeyleri yaparak görünür olmaya çalışıyorlar. Öte yandan bu sıra dışı ilgiler ve eylemler sayesinde başkalarıyla bağlılık ilişkisi geliştirmeyi ve yeni insanlarla tanışmayı da istiyorlar. Zaten yazar ilk cümlede itiraf ediyor: “Bütün kitaplarım diğer insanlarla bağlantı kurmanın yolunu arayan yalnız bir insanla ilgili”. Kurgudan da Garip akla hayale sığmayacak ilişkilenme biçimlerini anlatıyor. Ve yalnızlığı.

 

 

 

 

 

 

 

 

(Manşette kullanılan görsel buradan alınmıştır.)

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.