Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yaşamdan ne kalıyor bana?



Toplam oy: 870
Tarjei Vesaas // Çev. Deniz Canefe
Timaş Yayınları
Küçücük bir yerde, azıcık karakter arasında ilerleyen minimalist bir roman Kuşlar. Huzur ve iç sıkıntısı arasındaki ince çizgide ilerleyen bir şaheser.

Mattis'in hayatı hem en eski hem en iyi arkadaşı olan ablasıyla (Hege) oynadığı iki kişilik bir oyun gibidir. Benzer diyaloglar, durmadan doğup doğup batan güneş, mevsim geçişleri... Alışkanlığın verdiği duyarsızlıkla mutludur. Fakat ani bir aydınlanmayla, Hege'yi kaybedersem ne yaparım, endişesine kapılır. İki kişilik bir oyun oynamanın işte böyle riskleri vardır. Biri hasta olursa, biri evine giderse, biri artık oynamak istemezse kişi yapayalnız, oyunsuz kalıverir. Zaten Hege de ne zamandır Mattis için iyi bir oyun arkadaşı olmaktan çıkmıştır. Hep mızıkçılık yapar, hep sus pus oturur. Derdi zoru elindeki örgüyü bitirmektir, sofrayı kurup kaldırmaktır, odasına çekilip uzanmaktır. Mattis'in sözlerini, hadi şimdi bırak bunları der gibi ilgisiz dinler, hatta alenen keser. Anlatacakları çok önemli de olsa aldırış etmez. Evet, Hege'yle oynamanın tadı kaçmıştır artık.

 

Mattis'in yeni bir oyun arkadaşına ihtiyacı vardır. Kara gözlü güzelim çulluk tam o sırada imdadına yetişir. Bir gece evinin üstünde uçarken gördüğü yeni arkadaşı tarifsiz mutluluk kaynağıdır Mattis için. Büyük haberi hemen Hege'ye vermek ister, ama artık saçlarına ak düşmüş, kırk yaşında bir kadın olan ablası, kendisinden sadece üç yaş küçük de olsa bir çocuk kalbi taşıyan kardeşinin heyecanını paylaşamaz. Olsun, yine de çulluk gecelerini aydınlatır, günlerine anlam katar. Onu düşünür, onu anlatır, onu düşler. Kuş dilinde konuşurlar. İşte mükemmel bir oyun arkadaşı bulmuştur. Ne yazık ki uzun sürmez. Kuşu yitirmenin acısını bir türlü atlatamayan Mattis'in endişeli zihni, ölüm korkusuyla yalnız kalma paniği arasında gidip gelmeye başlar. Sadece işaretler ve mucizeler üzerinden algıları açılan Mattis'in içine kurt düşer: Ya kuş Hege'yi simgeliyorduysa? Bu da yetmezmiş gibi bir de şu kardeş kavaklar mevzusu vardır... 

 

 

Ablası birbiri ardına kötücül düşüncelere, korkulara kapılan Mattis'i sakinleştirmekte zorlanır. Genç adam evden uzaklaşsın, oyalansın diye hasat zamanı tarlalarda çalışmasını önerir. Ancak konsantrasyon gerektiren turpları seyreltme işi, düşüncelerinin bir o yana bir bu yana gitmesine mani olamayan Mattis'e göre değildir. Balık tutmayı dener ama tek bir balık bile oltasına takılmaz, demek ki onlar da bilge hayvanlardır. Zaten Mattis etrafındaki herkeste kendisinde olmayan üç özelliği görür. Herkes ya bilgedir, ya güzeldir, ya güçlüdür. Çoğunda bunların sadece biri ya da ikisi vardır. Ama olsun, yine de hiç yoktan iyidir! Mattis'te bunların hiçbiri yoktur çünkü. Uzun uzun aynaya bakar, kafasında ablası gibi beyaz teller yoktur belki ama güzel de değildir işte. Tarlada kollarının istediği gibi çalışmayışından, şakalaşan, oynaşan sevgililerin bile gerisinde kalmasından bellidir, güçlü de değildir. Hele bilgelik! Kafasındaki sorulara cevap bulamayan biri bilge olur mu hiç?

 

Oyuna katmaya çalıştığı yeni arkadaşı, gölde kayıkçılık yapma denemesi neticesinde bulur. Oraların yabancısı Jörgen, odunculuk yapmaya gelmiştir ve kalacak yer arıyordur. Mattis bir iş başarmış olmanın mutluluğuyla yabancıyı eve getirir. Dile kolay, hem kayıkçılık yapmayı başarmış, birini gölün bir kıyısından karşıya geçirmiş hem de adamın derdine çare olmuştur. Bunu iyi bir arkadaşlığın başlangıcı zannederken planı aleyhine gelişir. Hege ve Jörgen başka bir iki kişilik oyuna başlamıştır. Bu oyunda Mattis'e yer yoktur... İki kişilik cennetimiz yok artık, diye düşünür Mattis. Biz de birbirimize yabancı iki kişi olduk, herkesin herkese olduğu gibi. 

 

Vesaas'ın büyük başarısı

 

Tarjei Vesaas, köyde tanıyanların kısaca deli diye seslendiği, ailesine göre “öğrenme güçlüğü” olan Mattis'in dünyasını, iç sesini, hayallerini, korkularını, berrak, süssüz ama derin bir dille aktarıyor. Teskin edilemeyen bir çocuğa benzeyen Mattis'in kafasında bir türlü durduramadığı bir düşünce akışı olduğunu görüyoruz. Bir işe başlamakta zorlanıyor, başladığı işleri de genellikle bitiremiyor. Ama düşünce evreni bunun tam zıddı. Durmadan düşünüyor. Üstelik saplantılı biçimde hep aynı şeyleri düşünüyor. Kafasındaki “matineler devamlı” olduğu için biriyle diyalog kurabilmesi zorlaşıyor. Tüm cümlelerine ortasından, karşısındakilerin takip edemediği bir yerden başlıyor. Kimsecikler –ablası bile– anlayıp yanıtlayamazken, biz içimiz daralarak Mattis'e yazıklanıyoruz. Çünkü biz duyuyoruz, anlıyoruz. Vesaas'ın büyük başarısı sesi olmayanı konuşturması, sözü duyulmayanı dinletmesi.

 

Küçücük bir yerde, azıcık karakter arasında ilerleyen minimalist bir roman Kuşlar. Mattis ve Hege'nin sırtını ormana vermiş, göl kıyısındaki evleri gibi ıssız. Öte yandan Mattis'in çok korktuğu, her an çıkabilecek bir fırtınaya gebeymiş gibi gergin. Huzur ve iç sıkıntısı arasındaki ince çizgide ilerleyen bir şaheser.

 

 


 

* Görsel: Tolga Tarhan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.