Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Yerçekimi olmasaydı kuşların öldüğünü anlamazdık



Toplam oy: 1150
Robert Galbraith
Pegasus
Dedektif romanını kimin yazdığı kimin umrunda?

İyi bir dedektif romanını herkes sever. Dedektif romanlarının en ünlü sevmeyeni, ABD’li eleştirmen Edmund Wilson’dır; bulmaca çözmekle sigara içmek arası bir yerde, aptalca ve zararsız bir kötü alışkanlığa benzetiyordu dedektif romanı okumayı. Agatha Christie, Dashiell Hammett, Raymond Chandler’ı, New Yorker dergisine yazdığı yazılarda edebi değersizlikle eleştirmişti. Kağıt israfıydılar. Sigaranın zararsız sanıldığı, Altın Çağ dediğimiz dönemde edilmiş laflar bunlar. Hâlâ bu alt türü sevenleri, polisiyeye yüksek edebiyat okuması zaviyesinden bakanları kızdırmaya devam eder Wilson. Amacım bu tartışmayı konu etmek değil. Edmund Wilson’dan lafı açmamın nedeni, dedektif romanını lanetlediği ünlü New Yorker makalesinin başlığında sorduğu soru: Robert Ackroyd’u kimin öldürdüğü kimin umrunda? Altın Çağ’ın en önemli Agatha Christie romanına gönderme yapan bu soru, yayıncılık dünyasının pazarlama ve satış tekniklerinin edebiyat eleştirisinin bir parçası olduğu günümüzde kafamda başka bir soruya dönüşüyor: Dedektif romanını kimin yazdığı kimin umrunda?

 

Açıklanan özgeçmişine göre, özel dedektif olarak çalışan eski bir askeri polisti Robert Galbraith. Daha önce adını duymamış olmamız normaldi. Guguk Kuşu, onun ilk romanıydı. Beğenildi de. Olumlu eleştiriler yazıldı. Dedektif romanına giriş yapan bir yazar için iyi sayılabilecek 1500 adetlik bir satışa ulaştı. Daha sonra olacaklar, bu ilk romanın çapından daha büyük bir hikayeydi okurlar için.

 

Sunday Times editörüne, Twitter üzerinden anonim bir ihbar geldi. Robert Galbraith’in aslında Harry Potter kitaplarının yazarı J. K. Rowling olduğunu iddia ediyordu. Sunday Times, bu iddiayı ciddiye aldı. Forensik dil incelemesinde kullanılan stylometric yazılımıyla, Galbraith’in romanı, Harry Potter kitaplarıyla karşılaştırıldı. Art arda kullanılan kelimelerin oluşturduğu şablon, en çok kullanılan sözcükler, karakter tasvirleri incelenince parmak izi kadar biricik bir dil izi çıktı ortaya. Sonunda, J. K. Rowling, Robert Galbraith olduğunu kabul etti.

 

Rowling, ismini saklamanın bir pazarlama oyunu olmadığını, satışları umursamadığını söylüyor. Tek isteği, yazdığı dedektif romanının etki altında kalınmadan değerlendirilmesi ve o ilk roman heyecanını bütün acemiliğiyle tekrar yaşama fırsatıymış. Takma ad olarak bir erkek ismini seçmesinin nedeni tamamen kendinden uzaklaşarak farklı bir yazar kimliğine bürünmekmiş. Ne kadar uzaklaşabilir ki bir yazar kendinden?

 

George Eliot, ciddiye alınmak için takma erkek ismi kullanan kadın yazarların öncüsüydü. Yayıncılıkta cinsiyetçilik günümüzde de devam ediyor. Hal böyleyken, J. K. Rowling’in durumu, cinsiyetçiliğe karşı bir tavırdan çok, yazarın ünlü olma kavramını mesele etmesiyle ilgili. Önce “zavallı zengin ünlü yazar” diye iç geçiriyorum, sonra “ün” içindeki varoluşuna getirdiği meta eleştiriyi akıllıca bulmaya karar veriyorum. “Ün” teması, Rowling’in, Harry Potter kitaplarından beri işlediği bir motif. Guguk Kuşu’nda Harry Potter’ı yazan aklın izleri var. Rowling, ayrı alt türlere ait, okur kitlesi farklı, yazar kimliği farklı iki seride de ün, ailesizlik, sosyal statü, gerçeği örten fantastik dünya gibi kavramlardan ortak bir edebi imza oluşturmayı başarıyor.

 

 

 

Bir Cormoran Strike polisiyesi

 

Tüm dedektif romanları gibi, Guguk Kuşu’nun da başarısı başkahramanına bağlı. Rowling kahramanı Cormoran Strike’ı, bir özel hafiye arketipi olarak sunarak, vakit yitirmeden ısındırıyor okura. Sonra, detaylarla farklılaştırıyor ve ilginçleştiriyor. Bir barın üst katındaki tozlu dedektiflik bürosu... Kirası gecikmiş, gelen giden müşteri yok. Üstelik dedektifimiz sevgilisinden ayrılmış, ofiste yatmakta. Giysileri buruş buruş. Arketipe uygun olarak bir de güzel ve becerikli sekreteri var; Robin. Gözünüzün önüne Bogartvari bir adam gelmesin ama. Cormoran Strike iri, kıllı, tek bacağını Afganistan’dayken kaybetmiş, daha çok takım elbiseli Hagrid gibi bir tip. Ünlü bir rock yıldızı olan babasına da benziyor biraz. Bir gün, ücretinin iki katını ödemeyi teklif eden bir müşteri kapısını çalacaktır. Çok güzel bir kadın ölmüştür.

 

Ünlü model Lula Landry, yaşadığı lüks binanın balkonundan ölüme düşer. Sonradan Lula’nın takma adının “guguk kuşu” olduğunu öğreneceğiz. Polis intihar olduğuna hükmedip soruşturmayı kapatır. Cormoran’ın müşterisi, Lula’nın intihar ettiğine inanmayan üvey erkek kardeşidir.

 

Rowling, Agatha Christie’nin Altın Çağ romanlarına öykünerek, bir “mayhem parva” kurgusu hazırlamış; Christie romanlarındaki hem mekansal hem de sınıfsal üst düzey ama kısıtlı ortamlarda gerçekleşen suçlar için kullanılır bu terim. Elit sınıf ve sosyal statü katmanları üzerinden burjuva eleştirisi yapan bir formattır. Katil ve kurban aynı sınıftandır. Suçlu içlerinden biridir ve suç işleyerek ait olduğu sınıfın değerlerine de ihanet eder. Bu elitist sınıfın paraya verdiği değer de kendine özgüdür ve bu değer genelde cinayet sebebi olur. Agatha Christie, işlenen suçla bozulan sosyal ve ailevi düzeni yeniden inşa etmek için yazar.

 

Rowling de toplum eleştirisi yapıyor ama amacı düzeni yeniden kurmak değil, olabildiğince parçalayarak cilalı yüzünü kazıyıp gerçekleri göstermek. Harry Potter evrenini fantastikleştirmedeki detaycılığını bu kez modacıların, film prodüktörlerinin, paparazzilerin, rapçilerin, dedikodu bloglarının, çakma güzelliğin, uyuşmuş hafızanın yarattığı gerçekliği tasvirde kullanıyor. Aile kurumu, Rowling’in parçaladığı statülerden biri ve yeniden en samimi haliyle kurulmasına izin vermiyor. Düşüş, guguk kuşunun ölümünden çok daha fazlasını kapsayan bir metafor romanda.

 

Eğer birkaç tane Agatha Christie romanı okuduysanız, buradan sonrasını tahmin etmek, hatta katilin kim olduğunu kestirmek bile hiç de zor değil. Ancak bu, uzun yürüyüşler ve uzun sohbetler ritminde ilerleyen hikayeden zevk almayacaksınız anlamına gelmiyor. Yazarı kim olursa olsun, dedektif romanının da, tıpkı yerçekimi gibi kanunları var. Yoksa kuşların öldüğünü nasıl anlardık?

 

J. K. Rowling bugünlerde, “Robert kıyafetim” dediği gri takım ve pembe kravatla, ikinci Cormoran Strike polisiyesi Silkworm’u tanıtıyor.

 

 

 

 


 

 

* Görsel: Berke Doğanoğlu

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.