Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

“Bir mekan kullanıcısının günlüğü”



Toplam oy: 520
Georges Perec // Çev. Ayberk Erkay
Everest Yayınları
Mekân Feşmekân, Georges Perec’in daha sonra kaleme alacaklarının çekirdeklerini de barındıran ilham verici bir günlük.

Dünya üzerindeki Türkiye ülkesinin İstanbul şehrine bağlı Kadıköy ilçesinde bulunan bir apartmanın birinci katındaki bir dairede yaşıyorum. Dairenin üç odası, bir salonu, bir banyosu ve bir mutfağı var. İki yıl kadar önce, bu daireye ilk kez girdiğimde onun her köşesini dikkatle inceledim. Daireyi tuttuktan sonra gözümü dört açarak, onun her metrekaresini özenle, elimden geldiğince değerlendirdim. O tabloyu şu duvara değil de ötekine astım mesela, kütüphaneyi oraya değil de şuraya yasladım. Fakat –tam olarak ne zamana tekabül ettiğini bilemesem de– taşındıktan belki iki hafta, belki de bir ay kadar sonra, o duvarı da, o kütüphaneyi de görmeyi bıraktım; tıpkı her gün geçtiğim sokakları kanıksadığım gibi... “Alışılagelmişlik adını verdiğimiz şey belirginlik değil, bulanıklıktır: Bir körlük biçimi, bir uyuşma halidir,” diyen Georges Perec’in de onaylayacağı üzere, hemen hepimiz gibi, ben de nerede yaşadığımın farkında değilim şimdi.


Mekân Feşmekân’da görüş alanımızı sınırlandıran bir şey, bir engel olarak tanımlar mekanı Perec; “yaşamak ise bir mekandan başka bir mekana geçmek demektir.” Mekanlar –tıpkı anılar gibi– zamanla aşınır, bu yüzden onları dondurarak bir metnin sınırlarında saklamak ister. Ne var ki, yazı masasının üzerindeki metin mekanın bir parçasıdır, metin yazıldıkça mekan da değişir ve bu yüzden mekanı metne kusursuz bir biçimde yansıtmak imkansızdır. Diğer yandan, bir mekanı içindeyken tarif etmek, uzağındayken tarif etmekten farklıdır. Perec’in “Yerler” projesi yola işte buradan çıkar. Paris’teki 12 mekanın önce içlerindeyken ve ardından oralara dair anıları da kapsayarak dışarıdan yapılan iki tarifi bir zarfta mühürlenecek ve bu eylem 12 yıl boyunca birer kez tekrarlanacaktır. İlham verici, öyle değil mi?

Fakat Georges Perec’in ilgisini esas çeken mekanlar değil, mekanların yarattığı boşluklardır, mekansızlıktır. Tamamen işe yaramaz sayılabilecek bir alanı hayal etmek çok güç olduğundan, tam tersini eksiksiz yapmaya çalışarak boşlukları hissettirmek ister o. Cem İleri’nin kapsamlı “sonsöz”ünden öğreniriz ki, son projesini gerçekleştirdiği Ellis Adası, bu anlamda onun yıllar boyu üzeri kapalı söylemek istediklerinin daha az dolaylı bir biçimde ortaya dökülmesini sağlayan yerdir. Kendisini konumlandırdığı mekan, altı milyon göçmenin ABD’ye dağılmadan evvel ayak bastığı, “Amerikalılar” üretmek için kurulmuş bir fabrikaya benzeyen bu adadır sanki. “Orası tam bir sürgün yeri benim için, yani mekansızlığın yeri, dağılıp savrulma yeri,” der burası için. Buradaki mekansızlığın izini sürme nedenini ise annesiyle babasının yaşam öykülerinde aramak gerekir belki de...

 

Perec, Mekân Feşmekân’ı “bir mekan kullanıcısının günlüğü” olarak tanımlıyor. Yazarın daha sonra kaleme alacaklarının çekirdeklerini de barındıran bu kitap, Gordon Matta-Clark, Saul Steinberg gibi benzer dertlerle dertlenen sanatçılara değinirken Perec’in diğer projelerinden de bahseden “sonsöz”ü ve harika çevirisiyle, ilham verici, derinlikli, mutlaka okunması gereken bir günlük.

 

 

 


 

 

 

Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.