Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

METAFİZİK BİR VATANSIZ



Toplam oy: 1035
Emil Michel Cioran
Metis Yayınları

Burukluk, Tarih ve Ütopya, Çürümenin Kitabı... Türk okuyucusu O’nu uzun zamandan beri tanıyor. Yazdıkları alabildiğine karamsar olmasına rağmen, üslubu oldukça iğneleyici ve neşeli bir yazar O. Her ne kadar yazdıklarını edebiyat dâhilinde değerlendirmeyip, bunun sadece ‘düşüncelerden yazarak kurtulma eylemi’ olduğunu iddia etse de, 21. yüzyılın en önemli yazarlarından biri O. Yayınlanan kitapları ile Türkiye’de de hatırı sayılır bir müdavim kuşağı oluşturan Cioran’ı geçtiğimiz yıllarda Metis Yayınları’ndan çıkan ‘Ezeli Mağlup’ kitabı ile daha yakından tanıma şansına eriştik. Ezeli Mağlup, Cioran’la yapılmış söyleşileri bir araya getiriyor. Romanya’da Karpat Dağları’ndaki çocukluğuna, aile hayatına, etkilendiği ve beslendiği kaynaklara, Paris’e gidişine ve hayatının daha birçok dönüm noktasına tanıklık ediyoruz bu önemli eser aracılığıyla.

Uykusuzluk, ölüm ve intihar düşüncesi çerçevesinde şekillenen bir hata onunkisi. Gençlik yıllarında yaklaşık yedi yıl boyunca hiç uyumadığını söylüyor Cioran. Bu dönemde şimdilerde Dünya Edebiyatı’nda hatırı sayılır bir yeri olan eslerlerini tamamladığını görüyoruz. “Her yazarın yazdıklarında düşüncelerinin gündüz düşünceleri mi, gece düşünceleri mi olduğunu anlayabiliriz” diyor. Onun yazdıklarının hepsinin gece düşünceleri yani uykusuzluk ve ölüm düşüncesinin çevrelediği cümleler ve fragmanlar olduğunu söylemek mümkün. Dehşet ve vecd arasındaki etkin bir hüznü icra etme sanatı onunkisi. Yazdıkları baştan aşağı karamsar ve melankolik olan yazarın sanılanın aksine oldukça mutlu bir çocukluk geçirdiğini öğreniyoruz söyleşileri aracılığıyla. Bir nevi çağımız psikolojisinin genellemelerini de çürüten bu mutlu çocukluk içinde dahi ‘Can Sıkıntısı’nın hayatına hükmettiğini anlatıyor yazar. Henüz daha beş yaşındayken sıkıntı ile tanıştığını anlatıyor ve bu sıkıntı zamanla hayatına yayılan bir hal alıyor. Ancak Cioran’daki sıkıntı sanılanın aksine bir şeyden canı sıkılmak olarak değil, tüm hayata hükmeden bir varlık hali olarak karşımıza çıkıyor. “Sıkıntı anında tüm evren hiçliğin damgasını yiyor ve hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor. Sıkıntı bir baş dönmesidir. Ama sakin ve yeknesak bir baş dönmesi” sözleriyle bu ruh halini özetliyor yazar.

Hayata maruz kalmak ve onun getirdiklerini isyan etmeden yaşamak, kısacası tevekkül etmek gerektiğine inanan bir Cioran görüyoruz kendisiyle yapılan söyleşilerde. Kendini bu haliyle en çok Buda çehresinde bulduğunu söyleyen yazar, onun kadar sakin olmayı başaramadığını da ekliyor. Üzerindeki sıkıntıyı ve fevriliği yazarak aştığını düşünen bir yazar o. Bu yüzden de yazdıklarının edebiyat olarak değerlendirilemeyeceğini ekliyor her söyleşide. “Birinden nefret ettiğinizde bir kâğıda A kişisinden nefret ediyorum diye defalarca yazarsanız, bir süre sonra o kişiden o kadar da nefret etmediğinizi anlarsınız. Benim yazdıklarım da böyle. Nefretim soğumadan yazıp, içimdekileri kusuyorum. Bir nevi terapi olarak da düşünebiliriz bunu… Kitaplarımın hepsi yaşadığım yılgınlık karşısında bir zaferdir... Tüm yazdıklarımın kusuru olsa da, hiç biri edebiyat mamulü değildir.” Edebiyata karşı yâda edebiyata rağmen bir yazı sanatı geliştiren Cioran’ın yazdıklarını parçalara dayalı bir tedavi usulü olarak da değerlendirmek mümkün.

Tam ve sistematik düşünce yerine, henüz olgunlaşmamış ve parçalı bir düşünce yöntemini seçen Cioran’ı bu yönüyle modern edebiyatın en önemli yüzlerinden biri olarak görüyoruz. Bu parçalı düşünce sistemini kendisiyle yapılan her söyleşide öne çıkaran yazar, bir soru üzerine bu düşünce sisteminin avantajlı taraflarını ise şöyle anlatıyor:
“Parçalar halindeki bir düşünce, tecrübenizin tüm veçhelerini yansıtır; sistemli bir düşünce ise sadece veçheyi yansıtır, denetlenen veçheyi ve bundan dolayı yoksullaştırılan veçheyi.” Hayata bakışının tüm ayrıntılarını gözler önüne sermek için bu parçalı ve modern üslubu seçmiş olan yazar, bu düşünceyi en iyi ifade eden biçimin ise aforizmalar olduğunu söylüyor. Kitaplarında yer alan aforizmik düşünceler bir yana kendisiyle yapılan söyleşilerde de bu sistemden vazgeçmiyor Cioran ve her söyleşi aforizmik bir cümle etrafında şekilleniyor. “İlahiyatçılık taslayacak kadar mizah yoksunu değilim”, “Metafizik bir vatansızım ben”, “Tarihte bir tek gerileme devirleri çekicidir”, “Can sıkıntısı bir nevi şeytan dürtmesidir” ve “Manevi ilerleme için başarısızlık elzemdir” bu fragmanlardan sadece bir kaçı.

Yazmak için önce vatanını sonrasında ise ani bir kararla dilini değiştiren Cioran, ‘Dil varlığın evidir’ düşüncesini reddederek yâda onaylayarak bu seçimi gerçekleştiriyor. Eğitimi için Fransa’ya giden yazar burada kütüphanelere kapanıp tezler yazmak yerine, Fransa’yı bisikletle turlayacak kadar da amaçsız olduğunu da ekliyor. Bu döneme kadar Rumence yazan Cioran bir gün Mallarme’yi kendi diline çevirirken bunun ne kadar saçma bir eylem olduğuna karar veriyor ve hayatla olan savaşını dil düzleminde de sürdürmeyi seçiyor. Anadili Rumence ve seçtiği dil Fransızca olunca bu savaşın epey çetrefilli olduğunu söylemek mümkün. Yazarken iletmek istediği vahşiliği ve ayyaşlığı Fransızcada bulan Cioran, bu dili kendine bir deli gömleği yapıp, ardından dili ile varlığı arasında uzun süren bir mücadeleye girişiyor. “Rumence yazarken, sadece yazıyordum. Kelimeler benden bağımsız değillerdi. Fransızca yazmaya koyulduğumda bütün kelimeler bilincime kendilerini dayattılar. Ben gidip onları alıyorum.” Fransa’ya gittiğinde uygarlığın iki eylemi olan yemek yemeyi ve yazmayı öğrendiğini söyleyen bir Cioran buluyoruz bu söyleşilerde. Dilini değiştirerek geçmişini de tasfiye ettiğini ve bundan böyle köksüz bir şekilde yazdığını belirten yazar, metafizik bir vatansız olma durumunu dilsiz bir metafizikliğe de devşiriyor Fransızca aracılığıyla.

Düşüncelerinden yazarak kurtulan Cioran, bu yazma biçiminin en çok da ölüm düşüncesi üzerinde etkisini gösterdiğini söylüyor. Kendisine çocukluğundan itibaren musallat olan ölüm düşüncesinin üzerine gittikçe ve her defasında yazdıklarına ölümü konu edindikçe bu düşüncenin ona daha az musallat olmaya başladığını gözlemleyen yazar aynı şeyin intihar düşüncesinde de olduğunu vurguluyor söyleşilerinin hemen hepsinde. İntihar üzerine yazmak intiharı alt etmektir diyen yazar, intiharda varlık açısından güzel olan tarafın bunun bir karar olması olduğunu söylüyor. Dolayısıyla ölümlü varlıklar olarak bizlerin intihar etmeye değil, intihar edebileceğimi bilmeye ihtiyacımız olduğunu ekliyor. Bu durumu kendinden yola çıkarak “İntihar düşüncesi olmasa, çoktan kendimi öldürmüştüm” diyerek özetleyen Cioran, Ezeli Mağlup söyleşileri ile bu fikre oldukça felsefi bir temel oluşturuyor.

‘Kendime rağmen hidayete erecek halim yok’ diyecek kadar metafiziğin sınırlarında gezinen ama bir sistematik düşüncede yerleşemeyecek kadar da yersiz-yurtsuz bir filozof yazar olan Cioran, Ezeli Mağlup’ta yapılan söyleşilerle okuyucunun uzun zamandır kafasında olan bir soruya da yanıt veriyor aynı zamanda. ‘Hiçbir şeye bu kadar inanmıyorsanız, neden yazıyorsunuz?’ Sorusuna ‘Hayatı ezeli bir mağlubiyet olarak gördüğüm için!’ yanıtını veren Cioran, dil ve düşünce, din ve mistisizm, tarih ve İnsanlık konularında da hınzır tespitlerini Haldun Bayrı’nın temiz Türkçesi ile okuyucularına ulaştırıyor.

Ve yine Cioran’dan bir aforizma ile bitirirsek,
“Eninde sonunda yazardan kala kala birkaç cümle kalıyor...”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.