Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm



Toplam oy: 777

“Afrika için kapışmayı yazdım... Tarih kitapları ve ansiklopedilerde, Afrika için çekişme Avrupalı güçler arasındaki savaşım olarak tarif edilir. Bir husus dışında doğrudur: Fetihlerin çoğunda savaşlar Afrika halklarıyla olmuştur. Bütün hikayeyi, bu davetsiz güçlere karşı savaşan tüm Afrika kabileleri, koalisyonlar ve krallıklarının spesifik adlarını vererek anlatmayı kendime görev bildim -Ashantis, Fanti Konfederasyonu, Opobo Krallığı, Fulani, Tuarekler, Mandingos, vd... Britanicca Ansiklopedisi'nin editörleri ilk önce direnen halkların adlarını basmayı istemediler. Neden? Çünkü bu adlar ansiklopedide başka hiçbir yerde zikredilmemişti, okuyucu bu nedenle neden bahsettiğimi anlayamayacaktı. Editörlerin, üzerine makaleler bulunmasına rağmen Afrika halklarını adlarıyla belirtmedikleri için kendilerinden utanmaları gerektiği cevabını verdim.”

Monthly Review dergisinin, Harry Magdoff’un 90. yaş gününü kutlamak için düzenlemiş olduğu “Emperyalizm Bugün” konferansının başında gösterilecek kısa bir video çekimi için Nisan 2003’te kamera karşısına geçtiğinde sarf etmişti bu sözleri Magdoff. Marksizmin çok temel bir güdüsüyle hareket ediyordu; adı ve sözü duyulmamışlardan bahis açmak ya da dünyayı ezilenlerin perspektifinden anlamaya çalışmak. Elbette ki varlığı örgütlemek ve bunun dolayımıyla da bilgiyi üretmek kafa yoran için bir konumlanma noktası meselesiydi ama Marksistler açısından bu durum kendini ‘post’ ön-ekiyle ifade edenlerde olduğu gibi bilginin tasfiyesi olarak kavranamazdı. Bir yandan tarihsel bir betimleme diğer yandan da tarihsel belirlenimlerin yapısal bir analizi, varolanları gittikçe birbirine bağlayan bütünlüğü kurmaya yönelik çabanın bilgi kurucu bileşenleri olarak konumlandırılmalıydı. Bilginin bir taraf olarak örgütlenmesi ancak bundan sonra, diğer tarafların tezlerini de çürütecek biçimde, başarılabilirdi; yani ancak bundan sonra varlık, politik bir perspektifin nesnesi olarak onto-politika tarafından değerlendirilebilirdi. Sosyalistler açısından iş burada da bitmeyecekti; şimdi de örgütlenmiş olan bu bilgi bir çağrı halini almalı ve değiştirebilmenin olanakları değiştirebileceklere deklare edilmeliydi. Keza köklü sosyal dönüşümler yapıların kendi içsel dinamikleriyle beraber sürece müdahil olan öznelerin etkinliği sayesinde gerçekleşebilirdi.

Magdoff da Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm başlıklı, makalelerinden oluşan ve Kalkedon Yayınlarından Erdoğan Usta çevirisi ile çıkan, derlemenin her metninde hem Marksizmin yukarıda betimlediğimiz yöntemini inceleme konusuyla ilgisinde muazzam bir berraklıkla sergiliyor hem de onu her açıdan geliştiren bir düşünme pratiği gösteriyor. Ve yine derleme kitaptaki her makalenin sonu sınıfa bilinçli bir toplumsal dönüşüm çağrısıyla sonlanıyor.

Oldukça uzun ve 1763’ten 1970’lere uzanan iki yüz yılın üzerinde bir zaman dilimi içerisinde emperyalizmin değerlendirilmesinden oluşan Emperyalizmin Kısa Tarihi başlıklı metin ile başlayan kitap toplam 10 makaleden oluşuyor. Kategorik olarak “tarih, üçüncü dünya ve teori; eleştirilere yanıtlar” şeklinde bir bölümleme ile yan yana getirilen makalelerin ortaya çıkmasını sağlayan çok temel iki neden var. İlk olarak Magdoff “emperyalizm ve yayılmacılık konusundaki pek çok analizde karşılaşılan temel sorunu, bu süreçlere katkıda bulunan kimi etmenlerin ayrılması ya da izole edilmesi nedeniyle resmin tamamının görülemeyişi” noktasında tanımlıyor ve kendi çabasını emperyalizme dair, tarihsel ve yapısal olabildiğince bileşeni bir araya getirme noktasına odaklıyor. Burada tarihsel momentlerin oldukça ayrıntılı bir betimlemesinin yapıldığı Emperyalizmin Kısa Tarihi metni böyle bir açığı kapamaya çalışıyor. Kitapta tarihsel analize verilen büyük önemi gösteren bir başka makaleye daha rastlıyoruz: Emperyalizm: Tarihsel Bir Bakış başlığını taşıyan bu makale Lenin’in “Imperialism the Highest Stage of Capitalism” metninin neredeyse bütün savlarına katılsa da “yalnızca Lenin’in üzerinde durduğu yeni özellikler üzerinde odaklanarak sömürge dünyasının ve yeni sömürgeciliğin sorunları gerçek anlamda kavranılamaz” diyerek onbeşinci yüzyılın sonlarından günümüze kadar beş ayrı dönemi anlatarak şimdinin daha anlaşılır kılınmasına çalışıyor. Derlemenin yapılmasını motive eden ikinci neden ise, o dönemler teorik araştırmanın merkezi olma özelliğini henüz sürdüren akademinin “kibar araştırmacılarının emperyalizm sözcüğünü kullanmamayı tercih etmesi” ve yine benzer biçimde “sömürünün de hoş karşılanan bir söz” olmaması. Özellikle Ekonomik Efsaneler ve Emperyalizm başlıklı makalesinde bu duruma yanıt veren Magdoff “araştırmacılar uzun zamandır tecavüz, cinayet, frengi gibi kibar bir toplumda kullanılması, gelenekler tarafından hoş karşılanmayan, duygusal anlamlarla yüklü kelimelerle ilgili herhangi bir sıkıntı yaşamıyor. Yıllardır araştırmacıların tüylerini yalnızca bir grup kelime diken diken ediyor. Sadece ‘emperyalizm’ ya da ‘emperyalist sömürü’ değil, hatta sosyo-ekonomik sözlüğün ‘kapitalizm’ gibi önemli terimlerinden de akademisyenler büyük bir titizlikle sakınıyorlar” demektedir. Doğal olarak da siyasal ya da ekonomik alanı bu terimlerden yalıtılmış bir biçimde inceleme ve argümanları da iletişime bu yüzeysellikte sokma, liberal çözüm önerilerine –hatta George Bernard Shaw gibi bir sosyalisti de etkisine alacak biçimde- alan açıyor. Meta fetişizmine benzer bir etkiye sahip olan bu tavır sermaye ve teknoloji gelişiminin bütün sorunları çözebileceği yönlü bir yanılgıya yol açarken Magdoff da emperyalizm ve sömürü kavramları ile birlikte incelendiğinde aynı alanın bambaşka sonuçlara yol açtığını gösterip sorunun teknik değil politik olduğunu büyük bir ustalıkla betimliyor.
Çokuluslu Şirket ve Kalkınma: Bir Karşıtlık mı? başlıklı makalede ise Monthly Review çevresinin ayırt edici analizi olan tekelci kapitalizm tanımlamasının emperyalizmle ilişkisinin çokuluslu şirketler üzerinden yapılan analizi ile karşılaşıyoruz. Özellikle günümüzde hala devam eden ulus-devletlerin çözülmesi ile ilgili savları o zamandan irdelemeye alan Magdoff bu durumun açıklığa kavuşturulabilmesinin ancak “gelişmiş ve geri kalmış kapitalist ülkelerin ayrı ayrı değerlendirilmesi ile mümkün” olduğunu söylerken ulus-devletin çözülmesi ile ilgili savların, daha çok tekelci kapitalizmin ve dolayısıyla emperyalizmin yeni pazarlara çok daha rahat girebilmesi için, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ideolojik bir manipülasyon görevi üstlendiğini sezdiriyor. Ayrıca bu metinde doğrusal bir nedenselliğe dayanan Marksizm içinden ya da dışından gelen değerlendirmelere dair “bunlar ancak bir romana konu olabilir” ifadesinde özetlenebilecek enfes bir metodoloji tartışmasının da okurlar için dikkat çekici olduğunu belirtelim. Bu makaleye benzer biçimde materyalizmin bir yöntem olarak nasıl kullanıldığının gösterildiği Emperyalist Yayılma: Tasarı ve Tesadüf metni de kitap içinde oldukça önemli bir yer tutuyor. Emperyalizm ve kapitalizmin birbirinden ayrılması girişimlerine dair bunların mutlak bir zorunlulukla birbirilerine bağlı olduğunu ampirik verilerle de kanıtlayan makale emperyalizmden arındırılmış bir kapitalizmi aklamak isteyenlere bunun olanaksız olduğunu gösteriyor. Bu çabanın temsilcilerinden olan Al Szymanski’nin Lenin ve Luxemburg’un metinlerini tahrif ederek girişmiş olduğu işi, Szymanski’nin hatalarını bir bir göstererek, kapitalizm ve emperyalizmin birbirinden ayrılamayacağını anlatan Dağ Nasıl Fare Doğurdu başlıklı makale de polemik metinlerinin nasıl yazılabileceğini gösteren bir ders mahiyetinde.

Kitap içindeki bir diğer polemik metni de Sermaye, Teknoloji ve Kalkınma başlığını taşıyor. “Burjuva sosyal bilimlerin efsanelerinde, teknoloji ve sermaye, bütün bir dünyayı cennet bahçesine dönüştürecek sihirli güçler olarak varsayılır” cümlesi ile başlayan makale problemin bunların varlık bulmasında değil nasıl ve kimler tarafından kullanıldığında olduğunu göstererek efsaneye son verme amacını güderken, bugün hala birçoklarının bilincini oluşturan bu iddianın geçersizliğini gösteriyor.

Derlemeyi oluşturan geri kalan üç makale ise birbiriyle oldukça yakından ilişkili: Sömürgesiz Emperyalizm, Militarizm ve Emperyalizm ve ABD Dış Politikasının Azgelişmiş Ülkeler Üzerindeki Etkisi. Sömürgesiz Emperyalizm metni özellikle sömürgecilik ve emperyalizmi birbiriyle eş tutan Marksizm içinden ve dışından gelen değerlendirmelere önemli bir ders niteliğinde. “sömürgecilik modern emperyalizm öncesinde de mevcuttu ve emperyalizm sömürgecilikten sonra da varlığını sürdürmüştür” diyen Magdoff emperyalizmin özellikle IMF, Dünya Bankası gibi uluslar arası kurumlar aracılığıyla kendini ve dünyayı nasıl yeniden şekillendirdiğine; yeni bağımlılık ilişkileri üzerinden yürüyen emperyalizmin nasıl daha yıkıcı biçimde varlığını devam ettirdiğine dikkat çekiyor. Paragraf başında bahsettiğimiz diğer iki makale ise ABD’nin Vietnam gibi ülkelerde sömürgesiz bir emperyalizmi ne tür bir militarizmle tamamladığına dair değerlendirmeler günümüz Irak ve Afganistan işgallerine ışık tutabilecek ipuçlari veriyor.

Kalkedon Yayınlarından 2006 yılında çıkan 295 sayfalık Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm ilk olarak 1978'de yayınlanmış olmasına rağmen bugünün sorunları açısından canlılığını her yönüyle koruyor.


Ersin Vedat ELGÜR               

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.