Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Çiçekler, dikenler, ciddi adamlar ve Küçük Prens'in vasiyeti…

Berkin’e…

 

Küçük Prens’le onun hikayesini bize anlatan dostunun henüz yeni tanıştığı günlerden biridir. Dostumuz bozulan uçağını tamir etmek için uğraşmakta, Küçük Prens ise kafasına takılan bir soruyu ona sormaktadır:

 

“Koyun, dikenleri olan çiçekleri de yiyorsa eğer dikenler ne işe yarar ki?”

 

Dostumuz cevap verir:

 

“Dikenler mi? Onlar hiçbir şeye yaramaz. Çiçeklerin içindeki kötülüğün belirtisidir bu dikenler.”

 

Küçük Prens bu cevaba öfkelenir. Ona göre çiçeklerin tek yaptıkları şey dikenleriyle kendilerine güvenmeye, kendilerini korumaya çalışmaktır. Dostumuz da sinirlenir, burada ciddi işlerle uğraştığını, dikenlerle, çiçeklerle falan ilgilenmediğini söyler. Ve kızılca kıyamet kopar. Küçük Prens öfkeden kıpkırmızı konuşur:

 

“Gezegenin birinde, pancar suratlı bir adam yaşıyor. Hayatında tek bir çiçek koklamamış... Tek bir yıldıza bakmamış... Kimseleri sevmemiş... Hayatında tek yaptığı şey, rakamları toplamak. Bütün gün senin gibi, ‘Ben çok ciddi bir adamım! Çok ciddi bir adamım ben!’ diye söyleniyor. Bununla da pek şişiniyor. Ama o adam filan değil, mantarın teki! Çiçekler milyonlarca yıldır dikenler yapıyorlar kendi kendilerine. Koyunlar da milyonlarca yıldır bu çiçekleri yiyorlar. Sana göre, bu çiçeklerin hiçbir işe yaramayan bu dikenlere bürünmek için neden bunca zahmete girdiklerini anlamaya çalışmak ciddi bir iş değil! Koyunlarla çiçeklerin savaşını anlamak önemli değil, ha? Pancar suratlı şişko bir adamın toplamalarından daha ciddi ve daha önemli bir şey değil mi bu?”

 

Küçük Prens ümit ve cesaretle devam eder:

 

“Eğer milyonlarca yıldızdan yalnız birinde tek bir örneği olan bir çiçeği seviyorsan, yıldızlara bakmak bile mutlu hissettirir sana kendini. Ama, koyun çiçeği yedi mi, tüm yıldızlar söner! Bu senin için hiç önemli değil tabii.”

 

Sahi, gerçekten de hiç önemli değil miydi bu bizim için?.. Yok yok, tıpkı Küçük Prens’in dostu için önemli olduğu gibi aramızdan bazıları için de önemliydi bu. Evet, yıldızlardan birinde, gezegenlerden birinde, bizim gezegenimiz Dünya üzerinde teselli edilmesi gereken bir Küçük Prens vardı. Teselli edilip gezegenine gönderilmesi gereken, kendi küçük dikenlerine rağmen koruyamadığımız, cebinde çatapatları, kuş kanatlı kaşları, kapkara saçlarıyla bir Küçük Prens... Ona sarılıp teselli etmeli ve kendi gibi küçük gezegenine geri göndermeliydik. Bunu yaparken de verdiği dersi dinleyip anlamalıydık. Çiçekleri, koyunları, insanları, yeryüzünde canlı cansız ne varsa hepsini rakamlardan ibaret sanan pancar suratlı ciddi adamların aksine, çiçeklerin milyonlarca yıldır verdiği mücadeleye, kendi ciddi işlerimizi bir kenara bırakıp katılmalıydık. Eğer bunu yapmazsak Küçük Prens’in bizim gezegenimize şöyle bir uğrayıp geçmesinin ne anlamı kalırdı... Gökyüzüne bakıyorum. Koyun çiçeği yedi mi, yemedi mi, diye soruyorum kendi kendime. Ve sorduğum anda, her şey hızla değişmeye başlıyor...

 

Berkin, sen Küçük Prens’i okumuş muydun? Bu soruyu kendi kendime bile soramadığımı fark ediyorum. Ve Berkin’i, ve Erdal’ı, ve bu ülkenin koruyamadığı nice evladı, dostunun Küçük Prens’i beklediği yerde ümitle, kederle bekliyorum; elimde daha bir sürü masal kitabı, bir fırsat daha olursa kaçırmamak istiyorum.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.