Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği

Fantastik ve bilimkurgu edebiyatının kraliçesi Ursula K. Le Guin 1974 yılında bir makale yazar. “Amerikalılar Ejderhalardan Niye Korkar?” adlı bu makale, Amerikalıların okuma ve edebiyatı algılama pratiğine dair bir makale gibi görünse de, temelde tüm dünya edebiyatının fantastiğe karşı duruşuyla ilgilidir.

 

Hayalgücünü reddetmenin, onu horgörüp sistemli bir şekilde bastırmanın bir sonucu olarak görür ejderha korkusunu, fantastik edebiyatın anlamsız hayallerden mürekkep bir şey olduğu kanısını, Ursula K. Le Guin.

 

 

 

 

 

Öyle politik, psikanalitik anlamda çok da büyük anlamlar yüklemez fantastiğe. Haz almak üzerine kurar söylemini sadece. Hayallere dalıp bundan mutlu olmanın, bir parça da olsa kendini buna bırakmanın hiç de faydasız olmadığını göstermeye çalışır her şeyden fayda uman zamanımız insanına…  “Çünkü fantezi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fanteziden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta bir tehdit oluşturduğunu biliriler. Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar. “

 

Fantastik edebiyatın tüm dünyada ya kaçış edebiyatı olarak tanımlanıp eleştirildiği ya da edebiyattan bile sayılmayıp bir tür alt-edebiyata dahil edildiğini sadece Le Guin söylemiyor elbette. Her şey bir yana sadece ülkemizde bile bu algının çok derin olduğu, hala bu türde verilen eserlerin azlığından, kendi yatağını bir türlü bulamayıp bir avuç insanın ilgi alanından ibaret olmasından belli. Üstelik de kökü binlerce yıla dayanan muazzam bir sözlü edebiyat geleneğine sahip olduğumuz, masallar ve destanlarla büyüdüğümüz halde… Lafı getireceğim yer aslında bir tür müjdeli haber. Yani Fabisad, Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği. Ben en çok adını beğendim. Hayal kurma işini ciddiye alıp, hayal kurma özgürlüğüne sonuna kadar sahip çıkıp onu dernekleştirmenin zamanı nicedir gelmişti zaten.  Ki Türkiye’de fantastik ve bilimkurgu denince adı geçen isimler bir araya gelmişler ve bu türden eserlere destek vermek, tanıtmak, sevdirmek, onları yaygınlaştırmak için harekete geçip dernekleşmişler. Ne güzel…

 

 

 

 

 

 

 

Kurucu kadrosunda Altay Öktem’den Sevin Okyay’a, Kenan Yarar’dan Barış Müstecaplıoğlu’na, Sadık Yemni’den Yiğit Değer Bengi’ye dek pek çok önemli isim var.  Dernek daha çok yeni, daha çok taze, ancak kendini sadece internet üzerinde var eden bir site değil, adı üstünde bir dernek olmaları her şeyden önce umut vaat ediyor, diyebilirim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu noktada dikkat çekmek istediğim ilginç bir durum da var. Her ne kadar tür olarak küçümsense de, Türk fantastik ve bilimkurgu okuru azımsanmayacak bir kitledir. Üstelik de bu alanda verilen roman, hikaye, eleştiri hemen her ürüne karşı oldukça hassas, dikkatli bir kitledir bu. Tuhaf bir şekilde gelişen ‘arz yok talep var’, şeklinde özetleyebileceğimiz bu dengesizliğin Fabisad gibi edebi oluşumlarla dengelenmesini umut ediyorum. Edebiyatın içindeki boşlukların, hiçbir anlamda yetkinliği olmayan kişilerce bir şekilde sömürülmesinin, tuhaf hizipler, iktidarlar kurulmasının örnekleri öyle çok ki, bir umudum da Fabisad’ın edebiyat dünyamızı saran bu hastalıktan azade kalabilmesidir… 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.