Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

İstanbul sokakları, yerli polisiyelerin başkahramanı...

Türkiye’den iki yazar dünyanın en önemli polisiye yazarlarını çatısı altında toplayan Uluslararası Polisiye Yazarlar Birliği’nin yabancı dillerden İngilizceye çevrilen nitelikli polisiye romanlar listesine girmeyi başardı. Uluslararası Polisiye Yazarlar Birliği’nin Kuzey Amerika Birimi tarafından hazırlanan son listeye Türkiye’den giren ilk isim ‘Senelerce Senelerce Evveldi’ isimli son romanıyla Selçuk Altun oldu. Selçuk Altun’un Telegram Yayınevi tarafından çıkan ve ‘Many And Many A Year Ago’ ismiyle İngilizce’ye çevrilen romanı listede ilk sıralarda yer aldı. Listeye Türkiye’den giren ikinci isim de Penguin Yayınevi tarafından basılan The Gigolo Murder (Jigolo Cinayeti) adlı romanıyla yazar Mehmet Murat Somer oldu.(29.03.10-Sabitfikir)

Bu haber, “yeniçıkanlar” halkasına kıstırılıp kalmış edebiyat dünyamızın şöyle bir dışına çıkıp birbirinden çok farklı ama bir o kadar lezzetli iki romanı hatırlamak için gayet iyi bir fırsat değilse nedir, diye düşünüp vakti zamanında okumuş olduğum söz konusu romanların sayfalarını tekrar karıştırmaya başladım. Bir yandan da özellikle 90’ların sonu 2000’lerin başında gözle görülür bir ivme kazanan Türk polisiyelerini düşünüyordum. Kendi açtığı yatağında tatlı bir özgünlükle akacakmış izlenimi veren tür,  bu aralar hafif de olsa bir sekmeye uğramış gibi görünüyor. Bunun tesadüfi bir boşluk anı olduğuna vehmedip Selçuk Altun ile Mehmet Murat Somer’in yurtdışında kazandıkları başarının yerli polisiyelerimizi yeniden hareketlendireceğini umut ediyorum. 

“Senelerce Senelerce Evveldi”, Selçuk Altun’un son romanı. Bir insanın hayatını hikayeleştiren şeyler üzerine düşündüren bir roman... Pek çok karakterin-yankarakterin hayat hikayelerinin birleşiminden bambaşka tek bir hikayeye odaklanıyor “Senelerce Senelerce Evveldi”. Temposu hiç düşmeyen, sağlam kurgulu, gizemi de berraklığı da kendine içkin keyifli bir maceraya davet ediliyoruz. Kahramanımız Kemal Kuray, başından geçen bir kaza sonucu pilotluktan malulen emekli olmuş genç bir asker eskisi. Onun emekliye ayrılıp sivil hayata geçmesine yol açan ise askerden tanıdığı Suat adlı gizemli bir milyoner, Kemal’in deyişiyle; gizemzade... Suat, Kemal’in banka hesabına düzenli yatan dolgun bir maaş ve Balat’ta eski bir daire bırakarak sırra kadem basınca kahramanımız Suat’ı bulma umuduyla sivil hayata hızlı bir geçiş yaşıyor. Ancak Suat’ı arama niyetiyle başlayan serüven, Kemal’in, Anadolu’nun türlü şehirleri ile İstanbul-Buenos Aires hattında aşkı ve giderek kendini bulma hikayesine dönüşüveriyor. Edgar Allan Poe hayranı Suat’ın yönlendirmeleri ve Kemal’in klasik müzik tutkusu birleşince de söz konusu serüven edebiyat ve müzikle taçlanıyor.

Talihsiz iki kaza sonucu hayatta yapmayı sevdikleri işlerden emekli olmak zorunda kalmış iki genç insan; gözleri görmeyen ressam Sim ile gönül gözü kör Kemal birbirlerine aşık oladursunlar; onları hikayeye dahil olanların hüzünlü hayathikayeleri birleştiriyor. Bir de Poe’nun “Senelerce senelerce evveldi” diye başlayan meşhur Annabel Lee şiiri ile Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde”si... Selçuk Altun, özellikle gayrımüslim Türkiyelilerin savaşlarla, siyasi manevralarla şehirden şehre, ülkeden ülkeye savrulan hayat hikayelerine yer vererek,  bu hikayelerden kısa ama son derece dokunaklı bir toplumsal tarih haritası çıkarmayı başarmış. Bir de elbette İstabul’u, Balat semtini kahramanlaştırmayı...

“Jigolo Cinayeti” ise, Mehmet Murat Somer’in altı kitaptan mürekkep “Hop-Çiki-Yaya Polisiyeleri”nin halkalarından biri. Hatırlarsanız, bu diziyle Türk edebiyatının ilk travesti dedektifini yaratmıştı Mehmet Murat Somer: Audrey Hepburn fiziğini daima koruyan, zeki, yeri geldiğinde şirret yeri geldiğinde pamuk kalpli, entelektüel, sosyal, Uzakdoğu dövüş sanatlarında usta ve gündüz bilgisayar uzmanı-hacker, gece ünlü bir travesti barın işletmecisi... Dahası Burçak Veral, bütün bunlardan çok daha fazlası... Hal böyle olunca çevresinde dönen dolaplara, içli dışlı olduğu İstanbul sosyetesinde ve şehrin arka sokaklarında olan bitene son derece hakim. Her macerasında “öteki”liğin ters köşesinden ikiyüzlü düz toplum yapısının ipliğini bir bir pazara çıkarıyor. Her anlamda “öteki” İstanbul’u ironik bir biçimde kahramanlaştırıyor. Üstelik bu işi öyle tatlı tatlı, öyle lafı gediğine yerleştirerek yapıyor ki, her macera da kendini ayrıca sevdirmeyi başarıyor.

Dizinin listeye giren kitabı “Jigolo Cinayeti”, aşk acısıyla boğuşan kahramanımızı kendine getiren bir cinayete odaklı. Sosyetenin gözde simalarından “özel finans danışmanı” Faruk Hanoğlu, bir minibüs şöförünü öldürmek suçundan tutuklanmıştır. Burçak Veral sansasyonel cinayetin maktulünün aslında ünlü bir jigolo olduğunu öğrenince macera başlar, sosyete ile yeraltı dünyası arasındaki göze görünmez bağlar yavaş yavaş ayan olur...

Başta da dediğim gibi iki çok farklı yazar, iki çok farklı roman söz konusu... Onlar arasında bir karşılaştırma yapmaya kalkmayacağım elbette, ama polisiye seven hemen her okur, türün takipçileri bu iki çok farklı romandan birbirine denk lezzetler devşirecekler, kanaatineyim...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.