Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Merkezin dışında kalan edebiyat ve teknolojinin sonsuza dek kaydırdığı merkez!

Pascale Casanova
Varlık Yayınları

“Bir tarafta siyasi, toplumsal, ekonomik, ideolojik olguların bolluğuyla dünya; diğer taraftaysa yalnız görünen, aynı anda pek çok anlama geldiği için her daim müphem olan eser(...) bir kıtadan diğerine karşılıklı sinyaller gönderilir, bazı suç ortaklarının altı çizilir. Fakat esas olarak her iki kıta özerk bir şekilde ele alınır: İki coğrafya birbiriyle pek çakışmaz”. Edebiyat ve dünya... İşte böyle ayırıyor Barthes bu ikisini. Asıl amacı edebiyatı tarihten ayırmak, bir edebiyat tarihi yaratmanın, onun izinden gitmenin yol açacağı çarpıklığa ve bunun beyhudeliğine değinmek. Zira edebiyat kuramcılarına göre olağan dünyanın kronolojilerine, akışına indirgenemeyecek “başka bir zamansallığa” sahiptir edebiyat eserleri. Buradan yola çıkarak edebiyatın kendine özgü coğrafyası, iç dinamikleri ve kendi yasaları eşliğinde onun kendi zamansallığına varmak, mümkün görünmektedir. Ve edebiyatın kendi tarihi ister istemez bu dünyanın tarihi karşısında o kadar da özerk değildir. Burada birbirine göreceli de olsa bir bağımlılık söz konusudur. 

İşte “Dünya Edebiyat Cumhuriyeti” adlı çalışmanın yazarı Pascale Casanova, bu bağımlılığın altını çizerek edebiyat ve dünya ilişkisini yorumlamak konusunda yeni bir yaklaşım önerir: “Dünyayla edebiyat arasında zaman bakımından bir uyumsuzluk olduğu doğrudur, ama edebiyatın kendini siyasi zamandan kurtarmasını sağlayan da edebi zamandır. (...) İşte bu yüzden, edebiyatın yavaş bir özerkleşme süreciyle tarihin sıradan yasalarından nasıl kurtulduğunu gösterebilmek için, önce edebiyatla dünya arasındaki asli tarihsel bağı yeniden kurmak gerekir. (...)Böylece edebiyat –çelişkiye düşmeksizin- hem tarihe indirgenemez hem de tarihsel bir konu olarak tanımlanabilir.” Casanova’nın bu yaklaşımının işaret ettiği şey, tam da edebi özgürlüğün yaratılma sürecidir.

Öyleyse, edebi bir eseri incelerken onu hem bu dünyaya dair, içinden çıktığı ulusal uzam ekseninde bir tarihsel sürece yerleştirmek, hem de onun içinden çıktığı ulusal uzam içindeki yerine bakmak gerekir. Pascale Casanova’nın “Dünya Edebiyat Cumhuriyeti” çalışması aracılığıyla tam olarak yapmayı hedeflediği şeydir bu: “Uluslararası edebiyat uzamının doğuşunu ve yapısını betimlemeyi önerirken, hem gerçek bir edebiyat tarihinin temellerini atmaya, hem de edebi metinleri yorumlamak için yeni bir yöntemin ilkelerini sunmaya” çalışmak... Yabana atılmaması gereken bir çaba, hele ki kendi ulusal edebiyatımız içinde giderek yükselen tartışmaları düşünürsek, Türk edebiyatının ve o edebiyatın aktörlerinin gözden kaçırmaması gereken bir öneri.

Bu çalışmada bizi özellikle ilgilendiren bir başka nokta ise, (asla genel kabul görmeyip,  görmezden gelinen) edebiyatı yönlendiren güç odaklarıyla; siyasi bağımlılık, iç çeviriler, ulusal ve dilsel kaygılar, edebi zamana dahil olmak için bir miras oluşturma gereği gibi türlü baskılarla, merkezin dışında kalan her edebi çalışmanın tamamen reddedilmesi meselesidir. Casanova merkez dışı edebi projeleri içeriye alacak yeni bir okuma biçimi önermektedir bizlere. En önemlisi de merkezdeki edebiyat eleştirmenlerinin telkin ettiği önyargılardan kurtulma zamanının çoktan geldiğinin altını çizmektedir.

Edebi bir eserin yazılması sürecinde önce yazarın içinde başlayan, sonrasında editöryel seçimle, kitabın kağıt türünden baskı kalitesine, dağıtımına hatta yayım sonrasında yapılan/yapılmayan tanıtım sürecine kadar devam eden; edebi özgürlüğün önüne dikilmiş her türlü kendinden emin baskıcı müdahalelere ve türlü iradelere karşı koymanın, onlara sağlıklı bir şekil vermemin zamanının geldiğini hepimiz biliyoruz elbette. Değişen teknolojik alt yapıların da etkisiyle, cesurca dile getirmeye başladık bile bütün bunları. Ancak sadece teknolojiye yaslanmak ve bütün bunları onun ekseninde dile getirmek yeterli değil, kafamızı kaldırıp dünyada olup bitenlere bakmalı, Casanova gibi yeni kuramlar geliştirmeye başlayan eleştirmenlere, onların ne söylediklerine göz atmalıyız ki, kendi kuramımızı var edebilelim. Aksi halde oradan buradan aldığı yamalarla giderek daha da biçimsizleşen, bu dünyanın siyasi zamanına saplanıp kalmış, kendi kültürel altyapısızlığını daha da çarpıklaştırarak sürdüren bir edebiyattan başka bir şey kalmayacak elimizde, üstelik çok yakın gelecekte...

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.