Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Niye herkes yazar olmak istiyor ki?

Bu aralar herkes yazar olmak mı istiyor? Ya da niye herkes yazar olmak istiyor? Yazar Olabilir miyim?'i yazarlığa ilgi duyan ve Semih Gümüş’ün nasihatlerinden payını almak isteyenler oturttu yayımlanır yayımlanmaz çoksatar listelerinin ilk sıralarına. Ancak benim gibiler de yok değil; bu baştaki soruları kendi kendisine sorup duran. Hatta belki en başta bir yazın adamı olarak Semih Gümüş’ün kendisi. Bu sorulara iki yanıtı var Gümüş’ün; biri toplum içinde saygın bir yer edinmek, yayın sektöründe dönen paralardan nasibini almak, meşhur olmak gibi işin maddi ve de fani yönü; diğeri ise edebiyatın, yazının, yaratımın büyülü çekim gücü. Bu ilk bakışta birbirinden ayrılmaz, birbirini besler görünen iki yanıt aslında keskin bir ayrımı ifade ediyor edebiyata dair. Keskin bir ayrımı ve edebiyatın bugünkü algılanışını…

 

 

Kimileri için edebiyatın büyüsü kaçalı çok oldu. Edebiyat 'iş'e dönüştü (tıpkı sanat gibi), kitap yazarak zengin ya da en azından meşhur olma imkanı gönüllere düştü. Hal böyleyken yazarlar nasıl yazdıklarını, eleştirmenler nasıl yazılacağını anlatan yol gösterici kimlikleri edindiler birer birer. Yaratıcı yazarlık dersleri, atölyeleri cabası. Yanlış anlaşılmasın bütün
bunlara karşı değilim zira hepsi temelinde (hatta Semih Gümüş Yazar Olabilir miyim?'de de) bütün tekniklerin yanı sıra insanın öncelikle içine bakmasını salık veriyor. Okumak, özeleştirel bir yol tutturmak, yazmak, silmek, yazmak… Ama işte o maddi, o fani hedefler bir kurt gibi kemiriyor yazar adaylarımızın içini. Çünkü ortadaki asıl sorun nasıl yazar olurum değil, nasıl ünlü ve çoksatan bir yazar olurum? İşte o noktada devreye giriyor tüm bu aspirin misali yutulacak öğütler, tavsiyeler… Edebiyat bir işse, roman, öykü yazmak bir zanaat demektir. İşte bunun teknikleri vardır, yöntemleri vardır. Ki üzerinde sonsuzca konuşulacak, iyisi vücuda getirildiğinde okumaktan da keyif alınacak. Ancak bir iş olarak edebiyatın dışına çıkıp gerçek bir yaratımın peşindeyseniz, ortada sezgi ve yetenek gibi iki kelime beliriverir. Bu iki kelime büyüye inananların büyüsüdür ve tüm tumturaklı öğütleri suya düşürür.

 

 

Benden söylemesi, yazar olma hevesi olanlar değil, edebiyatımızın geldiği noktaya tarafsız bir gözle bakmak isteyenler okusun Yazar Olabilir miyim?'i. Gümüş, yazarlık hevesinden başlayarak günümüzdeki eğilimlerin altını çiziyor öncelikle. Siyasi hevesler, toplumsal duyarlıkları ön plana çıkarma, öykünme, acelecilik, gündelik beğenilerin peşine düşme gibi
yazar adaylarının ve ne yazık ki günümüzde pek çok yazarımızın içine düştüğü karadelikleri işaret ediyor bir bir. Ne acı ki öğütlerinin en baskını, en çok altı çizileni, okumak. Kitaplardır yazarın okulu, diyor Gümüş. Biliyoruz ki Semih Gümüş, edebiyatımızın son otuz yılının nabzını, çıkardığı dergilerle, kaleme aldığı eleştirilerle, yazarlık dersleriyle, tutuyor. Verdiği bu öğüde bakarak anlıyoruz ki yazar adaylarımız okumuyor, geleneği bilmiyor, yakın dönem-uzak dönem Türk edebiyatından da, dünya edebiyatından da kopuk. Okumayan insan nasıl ve niye yazar olmak ister ki? Anlayamıyoruz, pekala anlıyoruz…

 

 

 

Bir diğer baskın öğüt yazarın kendi kendini eleştirme kabiliyeti geliştirmesi. Her şey bir yana, bu topraklarda hatta bu dilde 'eleştiri' bir olumsuzlama. Öyleyse kişi kendini neden eleştirsin ki? Üstelik eleştirmenler bile edebiyat eleştirisi yapamazken, yapacak mecra bulamazken, destekten bunca yoksunken…

 

 

 

Daha fazla bunalmaya bilmem gerek var mı… Yazar Olabilir miyim?'de Semih Gümüş pek çok yazardan alıntılar yapmış, onların yazıp çizmeye dair düşündüklerine, kendi altın yöntemlerine de yer vermiş. Ama benim kalbimi kazanan Borges oldu. Başta kendisi de dahil olmak üzere edebiyatın tam kalbine saplamış oklarını; cesur, küstah, ironik, umursamaz ve elbette çok dikkate değer öğütler, öğüdü anlamsızlaştıran öğütler, tıpkı Borges’in kendisi gibi...

 

 

 

1- Yapıta ya da adı sanı bilinen kişilere tamamen aykırı yorumlar getirmek. Örnekse, Don Juan’ın kadın düşmanlığı, vb.

 

2- Birbirine en kaba anlamıyla benzemeyen ya da zıt çiftler kullanmak. Don Quijote ve Sancho Panza ya da Sherlock Holmes ve Watson gibi.

 

3- Kişileri deli taraflarıyla tanımlama yöntemine başvurmak. Dickens’ın yaptığı gibi.

 

4- Olay örgüsü içinde, zaman ve mekanla tuhaf oyunlara girişmek. Faulkner, Borges ve Bioy Casares’in yaptığı gibi.

 

5- Şiirsellik adına okurun kendini özdeşleştirebileceği durum ve kişiler kullanmak.

 

6- Mite dönüşmeye yatkın kişiler kullanmak.

 

7- Kasıtlı olarak belli bir mekana, belli bir döneme, sözün özü yerel bir atmosfere mal edilmiş cümleler ve sahneler.

 

8- Karmakarışık sıralandırmalar yapmak.

 

9- Metafor kullanmak, özellikle görsel metaforlar. Daha somut olarak, tarım, denizcilik, bankacılıkla ilgili metaforlar kullanmak. Kesinlikle önerilmeyen örnekse, Proust.

 

10- Antropomorfizme (insanbiçimcilik) başvurmak.

 

11- Romanı oluştururken, düşünsel kurgunun başka bir kitabı anımsatması. Örnekse, Joyce’un Ulysses’i ve Homeros’un Odysseia’sı.

 

12- Menü, albüm, yol tarifi ya da konserlere benzeyen kitaplar yazmak.

 

13- Çizgiye gelebilecek her şey. Bir filme dönüştürülebileceği duygusu uyandıran her şey.

 

14- Eleştirel denemelerde tarihsel ya da biyografik göndermeler yapmak. Üzerine çalışılan yazarın özel yaşantısının ya da kişiliğinin metne sızması.Her şeyden önce psikanaliz.

 

15- Polisiye romanlarda evcil sahneler; felsefi konuşmalar geçerken de dramatik sahneler yaratmak. Ve son olarak:

 

16- Kibir, alçakgönüllülük, oğlancılık, oğlancılıktan tırım tırım kaçınmak ve intihar.

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


Eğer konu, "bir tek biz yazalım başka kimse beceremez o yüzden denemesinler bile" haline gelirse buna çok sert itiraz ederim. Heves eden herkes yazmalı. Kötü yazarsa ya bırakmalı ya da bir daha denemeli. İyisini yazıncaya kadar denemek istemezse bırakmalı. Edebiyatı bir avuç kendine has camia yerine halkın kendisine yaptırırsanız halkın kendisine okutabilmiş olursunuz. O yüzden herkes yazmalı, her şey yazılmalı ve her tür yazılmalı. Özellikle edebiyatın popüler yönüne de destek verilmeli. Yazarlığa heves eden "yeni yetmeler" desteklenmeli motive edilmeli. "Önüne gelen kitap yazıyor" diye hayıflanmamalı hatta tam tersine bundan mutlu olunmalı.


"Emekli öğretmenlerin gelirleri hakkında konuştuğumu da sanmıyorum :)"
... iyi ya ben de gelirden söz etmemiştim :)

insanların yazma sebepleri bence de önemli değil. "edebiyata tecavüz edenler" ise kanımca yayımlanan kötü metinler, bu metinlerin cilalanması, bu kısa günün karı sapmasının edebiyatın kolay olduğu algısı uyandırması ve edebiyat piyasasına bu algının hakim olmaya başlaması.

zaten ne yazılırsa yazılsın artık parmak edebiyatı çalışıyor.
kitap üzerine yazılan yazıyı bile okuyamayan üzerine yorum yapıyor, bu onaylanıyor ya... tartışılacak bir şey yok ortada.
yazdıklarımın hepsi hayatın gerçeklerine, yaşanmışlıklara, tanıklıklara dayanıyor. hepsi bu...


yazarlıktan bir şekilde nam kazanmış,şöhretlenmiş,para babası olmuş olanlar iyi midir acaba gerçekten? kazananlar haklı mıdır? güçlülerin düşünceleri mi egemen olmalıdır herkese? bilemedim ben onu.


Şaka mı? Kimsenin anlayamayacağı çok ince bir alay mı var yazınızda?
Lütfen öyle olsun.


Yazmak iyidir, sizi rahatlatır. hayal gücünüzü geliştirir. Cevrenize ilginizi artırır. Sizi sevimli yapar. O halde sevimli olun yazın.
Yazınki, ben okuyabileyim, ben okumayı severim. A.Turgut


"yahu yazsın adam" demenize katılıyorum. Aynı fikirdeyim. Kimin neyi nasıl yazacağına ben karar verecek değilim. İnsanlar benim alıştığımdan farklı şeyler yazınca da "Türk edebiyatı nereye gidiyor mirim" diyecek değilim. Hatta bazı yazarlar para kazanınca, kıskançlıktan çatlamıyorum.

İnsanların yazma sebeplerinin, ün, para, olması da bence önemli değil. Ne yazdıkları daha önemli.

Emekli öğretmenlerin gelirleri hakkında konuştuğumu da sanmıyorum :)


o zaman yalnız kişisel kaynakları çalışmayıp yazmaya uygun olanlar yazsın.
değil.
edebiyat elitleri kimi istiyorsa onlar yazsın.
yeter ki biri yazsın öteki yazmasın... :)
yahu yazsın adam, kötüyse zaten basılmaz. olur biter. basılmaz ama di mi?
kafka da sigortacılık yapmıştı ve yakındığı söylenir yazmaya zaman ayıramadığından... kimse istemez yazacağı zamanı paylaşmayı.
cumhuriyet, aydın, emekli, öğretmen... "edebiyata tecavüz eden" amatörler bunlar mı oluyor şimdi? çok zengin. maşallah:)


Edebiyatın bir piyasası olmasın. Çoksatan kitaplara, film/dizi adaptasyonlarına ateş püskürelim. Sonuçta sadece öğretmen emeklisi cumhuriyet aydınları ilgilensin edebiyatla. Değil mi?

Türkiye'de edebiyatın satmamasının en büyük sebebi edebiyatçıların kendisidir.


"Oğlancılık" Borges'in listesinde yer alıyor. Okurken biraz dikkat:)
Bu arada kitabın "çok satan" olduğu kategorinin "edebiyat dışı" olduğunu belirtmek gerek.
Yazar da, nihayet, etten kemikten bir insan. Örneğin sağlık hizmetine gereksinimi olacaktır. Öğretmen, mühendis......... değilse sigortalı olması güç değil mi? Yoksa devlet desteği mi var? Ya da yayınevleri veya dergiler mi sigortalıyor ürünlerini yayımladıkları yazarları?
Amaç önemli bir konuyu gerçekçi bir bakışla tartışmak mı? Semih Gümüş'ü dövmek mi?


"Oglancilik" maddesini gercekten anlayamadim. Cok sacma ve cirkin olmus. Populer kulturu elestiren Semih Gumus'de bu kitapcigi (!) ile populer kulture hizmet ediyor ve cok satanlar listesine ates puskurerek "cok satan" oluyor ! Insanin elestirdigi kulturun icine girmek icin kitapcik hazirlamasi (!) gercekten IRONIk...


Hulki Aktuç yıllarca reklam yazarlığı yaptı, sonrasında kendi ajansını kurdu, yıllarca patrondu. Örnekler çoğaltılabilir. Kavramlar -amatörlük gibi- kişiler özelinde tartışıldığında daha gerçekçi sonuçlar alınabilir kanımca.
Bugün hangi nitelikli şair/romancı/öykücü, şiir/roman/öykü satarak kirasını ödeyebilir?...


"Ancak bir iş olarak edebiyatın dışına çıkıp gerçek bir yaratımın peşindeyseniz, ortada sezgi ve yetenek gibi iki kelime beliriverir."

Sayın yazar, edebiyatı bir iş olarak gördüğümüz halde gerçek bir yaratımın peşine düşemez miyiz? Ya da edebiyatı bir iş olarak görüyorsak eserlerimiz gerçek bir yapıt olamaz mı?
Ayrıca edebiyata kalıcı bir yapıt bırakmış hangi yazar, edebiyatı bir iş olarak görmez?

Sizin savınızın aksine edebiyatın köküne kibrit suyu dökenler amatörlerdir. Edebiyatı işleri olarak görmeyen, aslında öğretmenlik, mühendislik, avukatlık yapan ama edebiyatı bir hobi olarak gören insanlar edebiyata tecavüz ederler.

Edebiyat bir iştir. Yazarlar da bu işten para kazanabilmelidir. Para kazanmak için mi yazıyor yazarlarımız? Olsun. Dostoyevski de kumar borcunu ödemek için yazıyordu.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.