Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Şairin anima burcunda…

“Mutlu gündüzlerin güzel düşleri tarafından desteklenmese, beslenmese, şiirleştirilmese nice olurdu gecenin o büyük düşleri?” Zengin bir hayali, istikrarlı bir düşünceye ‘indirgeyen'den, istikrarlı bir düşünce çerçevesinde yorumlayandan şair olur mu? Ya, gecenin büyük düşlerine kapılıp da gündüz düşleri kurmaktan korkanlardan? Olmaz diyor Bachelard. Düşü şiire, şiiri düşe katanların yanında saf tutuyor. Hatta, yol gösteriyor. Gaston Bachelard, geçtiğimiz yüzyılın en büyük, en dikkat çekici filozoflarından. Geleneksel felsefenin rasyonalizm ve ampirizm, gerçekçilik ve uzlaşımcılık gibi ikiliklerini sentezlemeyi öneren, bilim felsefesine yepyeni bir ışık tutan, bu anlamda pek çoklarını sarsan felsefeci. Ya da bilim felsefesine şiir tutan da diyebiliriz. Yaşamı boyunca yirmi üç adet felsefe kitabına imza atmış, çalışmalarında dilini giderek şiire yaklaştırmış ve nihayetinde bir tür bilim şairine dönüşmüş. Düşlemenin Poetikası, işte bunun en güzel örneklerinden biri. Gayet derli toplu bir şekilde Türkçeleştirilen bu çalışmasında Bachelard hayal-gücünü bilgi teorisinin baskısından kurtarmaya çalışıyor, onu özgürleştiriyor. Bilimsel olduğu kadar edebi olan bu analizinde dilin, bilinçaltının, bilinçdışının derin sularında ve belki de deliliğin kıyısında yüzdürüyor bizleri.

 

 

Anima ve animus. C.G. Jung’un psikiyatriye, dile, edebiyata ve insanın o büyük arayışına armağan ettiği iki büyük kahraman. Ya da içimizdeki o tek ruhun taşıdığı iki ayrı büyüleyici isim… Çağdaş psikanaliz okulları arasında, insan psişizminin kökeninde çift-cinsiyetli olduğunun en açık bir şekilde C.G. Jung’un okulu göstermiştir bize. Bilindiği gibi Jung’a göre bilinçdışı bastırılmış bir bilinç değildir, bir tür ilk-doğadır. Dolayısıyla da içimizde erdişiliğin güçlerini barındırır. Yüzey psikolojisiyle karışmasın diye Jung işte bu derinliklerin eril ve dişisine iki Latince ad yakıştırmıştır: Animus ve anima. Anima yani içimizdeki dişil kahraman, kendi kendine yeten doğamız, dingin dişi, uykuya yatmış suyun varlığı; düşlerin dünyasında kendini gösterir hep.

 

 

Bachelard Düşlemenin Poetikası'nda animanın hakkını animaya verir. “Modern toplumsal yaşam ‘cinsleri birbirine karıştıran’ rekabete dayalı yanları nedeniyle, erdişiliğin kendini göstermesini engellemeyi öğretir bize. Ne var ki düşlemede, düşlemenin o koca yalnızlığında, virtuel(edimleşmemiş) husumetleri, artık düşünmeyecek kadar derinden özgürleştiğimizde, animanın etkileri tümüyle siner ruhumuza” der ve devam eder “düşleme gerçekten derinleştiğinde, bizde düşleyen varlık animamızdır. Düşleme anima burcundadır.” Sözün kısası Bachelard açıkça ‘düşlemeyi konu alan düşleri düzene sokarak Düşlemenin Poetika'sını oluşturmaktadır.

 

 

 

Bachelard her ne kadar ilksel ve çok derinlerde yatan bir düşlemeye işaret etse de bir noktada esas üzerinde durduğu şey “üstünde çalışılmış düşlerin varlığı”dır. Yani edebiyat; hatta daha da öz biçimde şiir... Balzac’tan George Sand’e, Valéry’den Gide’e, pek çok edebiyatçının düşünceleri ve edebi metinleri üzerinde dolaşıyor yazar. Ancak yanlış anlaşılmasın, yapıtın psikolojisinden kalkıp yazarın psikolojisine falan ulaşmak niyetinde değil. Kitaplar üzerinde çalışan bir psikolog olmadığının altını ısrarla çiziyor Bachelard. Ama gerçekten de kimdir yazar, animus mu anima mı, diye sormaktan kendini alamıyor, “bir yazar kendi animus içtenliğini ve anima içtenliğini sonuna kadar götürebilir mi? Burada, idealleştirilmiş bir dengeyi vurguluyor yine de… İdealleştirmenin merkezinde ise beklendiği üzere kadını, dişil olanı, animanın düşlemini buluyor.

 

 

Bachelard gerçekten her adımda bir parça daha, şaşırtıcı bir şekilde, bilimsel düşüncenin, tüm o tumturaklı felsefik kurguların, dilin eril beklentilerinin dışına çıkıyor. Haydi doğrusunu söyleyelim, şirazesinden çıkıyor, işi büyüye ve simyaya getiriyor. Ne ardına, ne önüne dönmez oluyor giderek, dilin ve düşün en saf olduğu noktaya, an’a bakmaktan kendini alamıyor. Bir süre sonra, bir felsefe kuramının içinde mi yoksa deneysel bir edebi metinle mi karşı karşıya olduğunuz konusunda bir fikriniz kalmıyor. İşin keyifli yanı da burada, Bachelard uçuyor… Uçuruyor…

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.