Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Sevilmek isteyen bir hikaye ile karşılaşan hikaye-sever

Wayne C. Booth
Metis Yayınları

Hem yazarla hem de hikayeyle okur arasındaki o netameli, belki de hiç olmayan bölgede inatla duran; kimi zaman eleştirdiği kimi zaman da eleştirmediği, eleştiremediği için hiç sevilmeyen; yine de mumla aranan eleştirmen... İster istemez zihnimizde sevimsiz bir yer etmiş bu kişi, için için biliriz ki edebiyat denen dünyanın en oyuncu karakteridir.

Doymak bilmez bir hikaye düşkünü, iflah olmaz bir şekilde yazardan rol çalmakta ustalaşmış, kitap aşıran bir öğrenci gibi kayırılabilecek bir tür hikaye hırsızıdır… Aslında ne eleştiriye ne de eleştirmenin karakterine dair bir yorumda bulunan ünlü mü ünlü edebiyat eleştirmeni Wayne C. Booth düşündürüyor bana bunları.

 

Nasıl düşündürmesin, tuğla kıvamındaki hanidir klasikleşmiş eseri Kurmacanın Retoriği, sayfalar boyunca büyük bir edebi heyecan ve hazla dopdolu. Dışarıdan bakılınca birkaç sayfa sonra sıkılıp bir kenara bırakacağınız ve kütüphanenizin bir köşesinde bir gün yeniden hatırlanmayı bekleyen kitaplar arasına katılacak bir çalışma gibi görünen bu kitap yazardan ve okurdan başka bir bölgede kendini var etmeye çalışan edebiyat eleştirmeninin bir kalesi gibi. “Sevilmek isteyen bir hikayeyle karşılaşmak isteyen gerçek bir hikaye-sever zihnin ürünü”, sadece edebiyat eleştirmenlerine ve edebiyat eleştirisine ilgi duyanlara bırakılmayacak bir çalışma…

 

Bugün eleştirmenler arasında artıyor gibi görünen panikten bizi en iyi koruyacak şey iyi hikaye mirasımızın zenginliğidir diyor Wayne C. Booth. Eleştiri denen şeyin bize dayatıldığı gibi, asla bilimsel bir şey olamayacağını artık iyiden iyiye anladığımızda içimizi saran hüsran duygusunun yersizliğini vurguluyor. Edebiyat ne mutlu ki gelişme denen şeyden nasibini almayacak. “Bilgimizin büyük bir kısmı dile getirilmemiş durumda, çok azı tanımlanabilmiş, bildiklerimizin de çok azını özetlememiz mümkün oluyor. Ama edebiyat incelemelerinin indirgenemez karmaşıklıkları ve akışkanlıkları sayesinde bir büyük zafer kazandık: İçimizden herhangi biri, yaşı ya da cehalet seviyesi ne olursa olsun sanatı başkalarının pratiğinden öğrenmekle kalmayıp sanatın kendisini icra edebilir.” Booth neticede sezarın hakkını sezara vermiş gibi görünüyor. Gelin bunu nasıl yaptığına kısaca bir göz atalım.

 

Kurmacada 'anlatmak ve göstermek' üzerindeki ayrımlar ve tartışmalar üzerinde duruyor yazar ilkin. Yazarın sesinin ve yargısının yapıt üzerindeki dolaşımını, yapıtı var ediş şeklini ele alıyor, daha çok da erken dönem anlatılardaki otoriter sesin, anlatımın izinden gidiyor. Homeros gibi yazarların izini sürüyor. Açık açık duyulan yazar sesine ve yargısına yönelik eleştirel tepkinin, bunu el altından yapana duyulan takdirin anlamsızlığını vurguluyor. Çünkü ne olursa olsun, nasıl yazılırsa yazılsın bir hikaye, yazarın yargısı daima mevcuttur, nasıl bakacağını bilen biri için daima göz önündedir. Ancak bu temel eleştiri biçiminin bizi yazarın dille ilişkisine ve hikaye içinde kendini gizlemek ve göstermek istediği anlarda değiştireceği kılıklara götürüyor elbette.


Kurmacanın Retoriği'nin büyük bir bölümü genel kurallara ayrılmış. Edebiyat için kabuledilegelen genelgeçer kurallar üzerinde ince ince duruyor Booth: “Hakiki roman gerçekçi olmalıdır”, “Tüm yazarlar nesnel olmalıdır”, “Hakiki sanat izlerkitleyi umursamaz” gibi edebi dogmaları iyice sarsıyor. Ayrıntılara fazla girmeyeceğim ama Booth’un özellikle zımni yani ima edilen yazarın yargılarının ve duygusunun bizzat büyük kurmacaların ana malzemesi olduğunu gösterme biçimi etkileyici. Ayrıca okuru umursayarak yazma üzerine bugün gerçek edebiyat eseri-çoksatar kitap arasındaki temel çatışmaya dair çok etkileyici bir tartışma kanalı da açtığını söylemeden geçmek istemem.


Bir edebiyat eseri gücünü nereden alır? Booth’un temel çıkarımı bir hikayenin ya da romanın neden iyi olduğunu açıklayan temel kuralların geçersizliği... Başta da dediğim gibi artık klasikleşmiş olan Kurmacanın Retoriği'nde edebiyat eleştirisi üzerine bir tür devrim yapıyor Booth. Kayıtsız kalmak mümkün değil.

  

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.