Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Yüz Yıllık Yalnızlık, Gorlan Harabeleri ve alternatif gerçekliğe dair...

Gabriel Garcia Marquez
Can Yayınları

Geçtiğimiz yılların belki de en korkulan, en şüpheyle bakılan edebi türleriydi bilimkurgu ve fantastik edebiyat. Di’li geçmiş zaman kullandığıma bakmayın aslında bir parça da olsa hala öyle… Bu tür metinler bir yandan insanları kendine bir mıknatıs gibi çekerken, diğer yandan öylesine itiyor, endişelendiriyorlardı. Fantastik edebiyatın diğer isminin kaçış edebiyatı olması da bu sebepten değil miydi? Öylesine derinlikli bir korkuydu ki bu hiçbir fantazi geleneği olmayan pek çok ulusal edebiyat gösterebilirdiniz hatta sadece fantastik edebiyata karşı da değil, kurmacaya, hayal ürünü olan her şeye karşı bir karşı çıkış geliştirilmişti. Ama elbette ve neyse ki hayal etmekten vazgeçmeyen yazarlar da vardı ve insanlar bilimsel bilgileri ne seviyede olursa olsun hala yıldızlara bakıp onların bir gaz ve toz bulutundan oluştuklarını, ışıklarının kaç ışık yılının ardından gözlerimize gözüktüğünü hesaplamak yerine bilinmeyen dünyaların düşlerini kurmaktan, evrenin gizemine insanlık adına dahil olmaktan kendilerini alamıyorladı. Şimdilerde bu korku bir nebze de olsa azaldı. Birbiri ardına yazılan fantastik ve bilimkurgu metinleri olsun, onları okuyan, sinema uyarlamalarını çılgınca izleyenler olsun, ejderhalardan korkmadıklarını tüm dünyaya her an ilan ediyorlar.


Son yıllarda yaşadığımız özellikle fantastik romanlarda görülen büyük artış, patlama, bu türden bir başkaldırı olarak kabul edilebilir mi? Yoksa insanların yönelimlerini çok iyi okuyan pazarlamacı akılların para adına piyasaya yaptığı bir pompalama işlemi mi söz konusu? Her iki yönelimi de içeriyor bence bu patlama. Ortalığın fantastik edebiyat  adına özellikle genç okurları hedefleyen bir sürü hayal gücünden yoksun, içinde anlamsız yaratıkların kol gezdiği romanlarla dolması ne kadar rahatsız ediciyse de içlerinden öyle kuvvetli, büyüleyici başyapıt niteliğinde eserler çıkıyor ki, bunların yardım ve yataklıklarına göz yummamazlık edemiyor insan…


Aslında bana bütün bunları düşündüren, bir fantastik gençlik romanı olan, “Gölgelerin Efendisi” dizisinin ilk kitabı “Gorlan Harabeleri”.  John Flanagan’ın bu dizisinin ilk kitabı, Özgü Çelik tarafından Türkçeleştirilmiş. Ve elbette pek çok fantastik roman gibi bu kitap da “New York Times Bestseller”ları arasındaki yerini almış. Robert Jordan’ın Zaman Çarkı dizisi, Walter Tevis’in Mockingbird’ü, ve daha sayamayacağım kadar çok fantastik romanın başına gelen gelmemiş ne mutlu ki Gorlan Harabeleri’ne, yani kötü çeviri kurbanı olmamış. Romanın çevirisi, üzerinde yapılan titiz editöryal çalışma hemen göze çarpıyor, ama bütün bunlar Gorlan Harabeleri’nin zayıflığını ve zaaflarını örtmeye yetmiyor. Öncelikle Gorlan Harabelerine fantastik demek mümkün mü, emin değilm…Olsa olsa olağanüstü özellikler taşıyan bir tür gençlik macerası… Olağanüstü dediğim özellikler de tam olarak ne oldukları anlaşılamayan iki tür canavardan öteye gidemiyor ne yazık ki. Roman boyunca kahramanımızın gelişim serüvenin başlangıcını okuyoruz, ancak yazarın altmetin olarak sunmayı tasarladığı bir takım ahlaki öğretiler, kişisel gelişime dair veriler öylesine göstere göstere yapılıyor ki, zannediyorum sınıf öğretmenlerimizin öğütleri daha eğlenceliydi.


Acaba bilimkurgu ve fantastik edebiyat içimizdeki büyücüyü yakalamamıza,, hayalgücümüzü beslemeye ve dünyayı algılayışımızı mucizevi bir şekilde değiştirmeye yarıyorsa eğer, bu türlerin kötü örneklerini okumak bizi ne derece etkiliyordu; hem okuma eğilimlerimizi hem dünyaya bakışımızı? İşte roman boyunca üzerinde en çok düşündüğüm soruydu bu. Ancak ben katı bir şekilde yanıtımı veremeden okuduğum bir haber yanıtımın da, bu haftanın Fikri Sabit yazısının da eksenini tümden değiştiriyordu. İngiltere’de uluslararası yazarların katılımıyla gerçekleştirilen bir ankete göre son 25 yılda yayınlanan en etkileyici kitap Gabriel Garcia Marquez’in Yüz Yıllık Yalnızlık adlı eseri olmuştu. (Sabitfikir/Haber/28.09.09)

Haberde Yüz Yıllık Yalnızlık için: “Batı dünyasına kendi gerçekliğinin dışında alternatif bir gerçekliğin de olabileceğini, olduğunu öğretti. Böylece de diğer batılı olmayan yazarların önü açılmış oldu. Mükemmel bir kitap olmasının yanı sıra batılı okurlara başka perspektiflere karşı toleranslı olmayı öğretti” deniliyor. Anketin sonucu beklenmedik ya da çok şaşırtıcı değil elbette. Ama üzerinde durmaya da değer.  Neden Marquez, neden Yüz Yıllık Yalnızlık? Marquez batı dünyasına düşlerimizle gerçekliğin kucak kucağa yaşadığını bir kez daha öğretirken, doğuya da zaten çok iyi bildiği ve gündelik hayatında bile içselleştirdiği bu durumu korkmadan dile getirme cesaretini vermişti öncelikle. Bugün fantastik edebiyatı sevmediğini açıkça dile getiren bir edebiyat okurunun bile kütüphanesinde baş köşedeki yerini almıştır Yüz Yıllık Yalnızlık, çünkü bilinmeyen bir dünyada bilinmeyen canlıların hikayelerini okumak ve hayal gücünü çalıştırmak ne kadar zorsa bazılarımız için, Marquez’in bugüne, şimdiye ve buraya dair işaret ettiği olağanüstülük, düşlerle iç içe geçmişlik belki de o kadar kolay, anlaşılabilir ve kabul edilebilirdi. Bu hissi hepimiz bir yerlerden tanıyorduk. Büyülü gerçekçilik tanımını bu çağın insanın aklına çıkmamak üzere kazınmasının sebeplerinden biriydi bu his.


Gorlan Harabeleri ne nicelik ne de nitelik bakımından Yüz Yıllık Yalnızlık’la mukayese edilemez elbette. Ancak romanı okurken aklıma takılan sorunun yanıtı büyük ölçüde Yüz Yıllık Yalnızlık’ın içinde yatıyor. Romanın yazarı John Flanagan’ın yönelimini, çıkış ve varış noktası hatta kitabının satış rakkamları bile Marquez’i işaret ediyor da ondan.  Bir roman, okuruna alternatif bir gerçeklik algısı vermeyi başarıyorsa eğer, ister iyi yazılmış olsun, isterse kötü ona herhangi bir zararı dokunacağına inanmak güç. Shelley’nin de dediği gibi “ahlaki iyiliğin en güçlü aracı, hayal gücüdür” ne de olsa…
   

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.