“Son zamanlarda Balkan kökenli bir yazarın romanını okudunuz mu? Ya da Balkan kökenli bir yazar ismi sorulsa, bir çırpıda cevaplayabilir misiniz? Yakınımızdaki Balkanlar'ın edebiyatına bu kadar uzak oluşumuzun nedenleri ne olabilir peki?”
SabitFikir dergisinin Kasım 2015 tarihli 57. sayısının dosya başlığı, “Balkan edebiyatı: Hem yakın hem uzak”... Ayser Ali, bu yıl otuz dördüncüsü düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı'nın Romanya'yı onur konuğu seçmesi vesilesiyle, Balkan edebiyatının tarihini, öne çıkan yazarlarını ve Türkçe edebiyatın oradan nasıl göründüğünü mercek altına alıyor:
"Balkan kültürü ve edebiyatının neden göz ardı edildiği sorusunu cevaplamak kolay değil. Bazı yayıncılar, çeviri sürecinin zorlu olabileceğini düşünerek yola hiç çıkmıyor, ki çok da yersiz bir düşünce değil bu. Bir diğer önemli nokta da, Türkiye’deki yayıncılığın, aynı Balkan ülkelerindeki yayıncılar gibi, Batı odaklı olması. Balkanlar’da o toprakların edebiyatını tanıtacak, bu alanda çalışan edebiyat ajansları da yok. Fakat bu soruya en kapsamlı cevabı, okuma alışkanlıklarımızı belirleyen toplumsal zihniyeti ve önyargıları analiz ederek, bunların etki alanını ölçerek bulabiliriz şüphesiz."
SabitFikir orta sayfalarının vazgeçilmezi Kararsız Okur infografiği de, her zamanki gibi, kapak konusunu destekliyor. Oylum Yılmaz’ın hazırladığı ve Sedat Girgin’in resimlediği Kararsız Okur, bu ay Balkanlar’a çeviriyor gözlerini. Balkan edebiyatı, burnumuzun dibindeki büyük bir hazine adeta, keşfetmemizi bekliyor...
Ayşe Çavdar ise bu sayıda EdebiyatDışı'na, doktora tezi için Osmanlı'ya gelen Boşnaklardan bir bölümünün neden geri döndüklerini araştıran Bayram Şen’i konuk ediyor. "İlk gelen göçmenler iyi karşılanır. Daha sonra gelenlere ise, ahali kadar, ilk gelenler de tepki gösterir. Çünkü yeni gelenler onların varlığını da tehdit eder,” diyen Şen, bugün Suriyelilerin geçmişin Boşnaklarından hiçbir farkı bulunmadığını belirtiyor.
Güncel meseleler ve güvenilir kitap eleştirileri için…
Esra Kalay
Hasan Cömert, Sinema sayfalarında Andy Weir’in aynı adlı romanından uyarlanan Marslı’yı masaya yatırıyor: “Roman, Mars’ta su ve besin üretmeyi başaran bir karakteri, hem bilimsel hem de anlaşılır bir biçimde ortaya koymuştu. Peki, bir Hollywood filmi olarak karşımıza çıkan sinema uyarlaması ne kadar bilim, ne kadar kurgu?”
Dünyadan sayfalarında Mert Tanaydın da, Mars’la ilgili bilimkurgusal hayallerimizin bilim insanlarının yeni keşifleriyle birlikte değiştiğini, çok daha realist (ve ıssız) bir hal aldığını ortaya koyuyor; “ıssızlığın ortasındaki Robinson astronotların muazzam rasyonel ve bilimsel mücadelelerini okuyoruz artık.”
SabitFikir’in bu sayısında ayrıca Semih Gümüş, Umberto Eco, Arkadi ve Boris Strugatski, Ercan Kesal, Zebal Yesayan, Armando Romero, Halil Babilli, Celil Oker, Aytaç Ars, Mehmet Karaca, Tarjei Vesaas, George Saunders, Glendon Swarthout, Henry Miller ve Marguerite Yourcenar’ın eserlerini güvenilir eleştirmenler Oylum Yılmaz, A. Ömer Türkeş, Yankı Enki, Hayati Roman, Egem Atik, Ali Bulunmaz, Burcu Bayer, Ceyhan Usanmaz, küçük İskender, Osman Çakmakçı, Nazan Maksudyan, Burcu Arman, Gökçe Gündüç, Nilay Kaya ve Melisa Kesmez yorumluyor.
Can Gürses ise Sergi sayfalarında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında,” sözünü mihenk taşı belleyen Sanatçı ve Zamanı sergisini ele alıyor; “bu, bir sanatçı için öylesi hayati bir söz iken sergi maalesef bu sözü tutamamış.”
Hilmi Tezgör, Müzik yazılarına The Wall belgeseliyle bir kez daha gündeme gelen Roger Waters ile devam ediyor. "Duvar," herkesin hayatında mutlaka var olan bir şeyin, kayıp duygusunun altını çizerek 34 yıldır insanlara ulaşıyor ve hep ulaşacak...
SabitFikir'in kapak illüstrasyonu Ece Zeber’e ait. Ancak çizimler bununla sınırlı değil; iç sayfalarda dikkatli gözler, çok sayıda yetenekli ve genç çizerle de karşılaşıyor.
SabitFikir’i nereden bulacağız?
Ömer Faruk Yaman
Yayın yönetmenliğini Ceyhan Usanmaz'ın yaptığı SabitFikir’i tüm D&R’lardan satın alabilirsiniz; idefix paketleriyle ise ücretsiz. SabitFikir’in içeriğini ve daha fazlasını www.sabitfikir.com adresinde bulmak mümkün.
Editörden
Ceyhan Usanmaz
Bu yıl, 7-15 Kasım tarihleri arasında otuz dördüncüsü düzenlenen Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu ülkesi Romanya olarak belirlendi. Romanya, fuara “We owe you some words / Size sözcükler borçluyuz” sloganıyla katılıyor. Bu sloganın sebebi olarak da, Romen dilinde Türkçeden geçmiş pek çok sözcüğün bulunması ve iki dil arasındaki etkileşim gösterildi. Hiç kuşkusuz doğrudur... Gerçi, Romanya’nın da dışına taşarak, tüm Balkanlar’ı hesaba kattığımızda öyle bir coğrafyayla karşı karşıya geliyoruz ki; gelenekte, görenekte, yemekte kimin kime ne borçlu olduğunu tam olarak kestirmek güç. (Daha doğrusu, aradaki ilişkinin bir borç ilişkisi olduğunu söyleyemeyiz belki.) Türkiye açısından da benzer bir durum söz konusu. Örneğin kalabalık bir grup içinde, söz ne zaman Balkanlar’a gelse, gruptan biri mutlaka, “Evet, zamanında benim dedem de oralardan...” diye başlayan bir cümle kuracaktır eminim. Ancak iş kültürel ilişkiye gelince, sesler sanki biraz daha kısık çıkıyor.
(Yazının tamamı için tıklayınız.)
Dosya yazısından
Ayser Ali
Yakın zamanda hiç Balkan kökenli bir yazarın romanını okudunuz mu? Ya da Balkan kökenli bir yazar ismi sorulsa, bir çırpıda cevaplayabilir misiniz? Tahmin edeyim; sayacağınız isimlerin çoğu muhtemelen İngilizce, Fransızca ya da Almanca dillerinden birinde yazıyor. İsmail Kadare, Herta Müller, Norman Manea, Ilija Trojanow, Elias Canetti, Georgi Gospodinov, Tea Obreht, Miroslav Penkov... Listeyi daha da uzatabiliriz. Aralarında Nobel ödüllü yazar da vardır, uluslararası ödül sahibi birçok isim de. Fakat kendi dillerinde eser veren Balkan kökenli yazarlar gölgede kalmıştır. Kendi içindeki bütünlüğü ve çeşitliliği ile Balkan edebiyatı, Türkçe okuru için hâlâ bilinen edebiyatlar arasında değil maalesef. Hatta kimi zaman tek bir yazarın isminden yola çıkarak kültürel bir genelleme yapıldığını dahi söyleyebiliriz.
Balkanlar’ı ve edebiyatını anlamak için anahtar kelime belki de “süreç”tir: Tarih ve bellek süreci. Sonuç olarak, ortak ve zengin bir miras çerçevesinde, dikkate değer yönleri bulunan bir edebiyatı var Balkanlar’ın. Bizans İmparatorluğu'nun zengin geleneğine bağlı olarak gelişen ve 19 yüzyıllık süre zarfında Batı etkisi (özellikle Fransa ve Fransızca) tarafından yeniden şekillenen bir kültürel mirasa dayanıyor.
(...)
Bayram Şen ile söyleşi
Ayşe Çavdar
Türkiye’deki Suriyeliler’e baktığında göçmenlerle ilişkiler açısından değişen bir şey görüyor musun?
Hayır. Göç her zaman bir zor altında yaşanır. Balkanlardan Anadolu’ya olan göçte ya da şimdi Suriyeliler’in Türkiye’ye göçünde çok derin travmalar yaşandı. Göçmenlere karşı yeknesak bir tepkiden ya da destekten bahsetmek mümkün değildir. İlk gelenler iyi karşılanır. Daha sonra gelenlere ise, ahali kadar, ilk gelenler de tepki gösterir. Çünkü yeni gelenler onun varlığını da tehdit eder. Kamplara gider olmaz, şehirlerde ötekileştirilir. “Lanet olsun,” deyip Edirne’ye gider yürüyerek. Bu öyküler benim çalıştığım dönemdeki Boşnak göçünde de yaşandı. Anadolu’ya geldiklerinde Türkçe bilmiyorlardı. Müslüman olmaları kabullenilmeleri için yeterli olmadı. İtelendiler. Mesela Muhacirin Komisyonu bir adamcağızı Haymana’ya yerleştiriyor. Bu adam, “Avusturya esaretinden kurtuldum, din kardeşlerimi bulacağım,” söylemiyle geliyor, ama Türkçe konuşmadığı için “gavur” muamelesi görüyor. İnegöl’e gelen bir Boşnak bunu yaşamaz çünkü daha önceden gelmişler ve orada Boşnakça konuşan insanlar var. Ama Haymana’da yerli ahaliyle baş başa bırakılıyor. Ahali zaten yetersiz olan ekonomik kaynakları göçmenlerle paylaşmak istemiyor. Sözünü ettiğim Boşnak adam Haymana’dan Bosna’ya yürüyerek dönüyor. Dehşet bir vaka. Gelen göçmen görünür değilse sorun yok. Sokakta hissedilmeye başladığı anda ötekileştirilmeye de başlıyor. Türkiye’de bugün yerel ahaliyle karşı karşıya bırakılmış durumdaki Suriyeliler’in o dönemdeki Boşnaklar’dan hiçbir farkı yok.
Yeni yorum gönder