Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Yazarlar


Nazan Maksudyan

Soğuk bir Aralık sabahı İstanbul'da doğdu. Küçüklerini koruyan, büyüklerini sayan, hepsipekiyi bir çocukluk geçirdi. Okumayı hep çok sevdi. Yazmayı da hep denedi. İlkokulda ödüllü yarışmalara, ortaokulda meçhul sevgililere alenen kötü şiirler yazdı. Lise yıllarında babasının tarihi geçmiş ajandalarına günlükler tuttu. Boğaziçi'nde geçen üniversite hayatında siyaset bilimi ve tarihe yönelip daha ciddi şeyler yazmaya başladı. Erken Cumhuriyet döneminde antropoloji ve ırkçılık konulu yükseklisans tezi kitaplaştı (Metis, 2005). 2008'de doktor çıktı. 19. yüzyıl Osmanlı sosyal tarihi odaklı çok sayıda makalesi uluslararası dergilerde yayımlandı. Virgül, Radikal Kitap, Agos Kirk, Mesele gibi dergilere kitap eleştirisi ve edebiyat incelemeleri yazdı. Aile tarih-anı-deneme karması yazıları Kitap-lık'ta yayımlanmakta (arkası geleceğe benzer).

Tüm Yazıları

Gençlik dedikleri iksir filan değil aslında. Düpedüz başa bela. Tam bu zamanlarda insana darallar gelir. Huzurlu düşüncelerin yerini karabasanlar alır.

 

 

 

 

Hayır, öyle bitmiyor. Yüzlerce sayfa süren kalp çarpıntısı, gelgit, kaçıp kovalamaca,  Mr. Darcy'nin Elizabeth'e evlenme teklifi etmesiyle son buldu ve perde kapandı, son yazısı belirdi, kitabın arka kapağına ulaştık diye hikaye bitti sanıyoruz. Çok yanılıyoruz. Aslında devamı var, görmediğimiz odalarda, okumadığımız sayfalarda bir şeyler olmaya devam ediyor.

Sakın bu kitabı (hatta bu yazıyı) tok karnına okumayın, midenizdeki her şey fazla gelebilir! Huzursuz edici Uzak Doğu korku filmlerinden birinde kahraman hep genç kalmak uğruna insan ceninli dumpling yapıp yiyordu (Three Extremes: Dumplings).

Günümüz sözlüklerinde kestirmeden “geçmişe özlem” diye tanımlansa da, nostalji artık yitmiş, belki de hiç var olmamış bir “eve” hasreti dile getiriyor. Yunanca nostos (yuva, vatan) ve algia (hasret) kelimelerinin bileşimi.

İş zorunluluk değildir, insan kendini yaptığı işlerle gerçekleştirir diye diretiyor elektrik işçisi Hans'ın sabahtan akşama zarf yazarak geçinmek zorunda olan annesi. Ama asıl kendini gerçekleştirme, bir insan diğerinin kölesi olmadığında mümkündür. Ancak savaş sonrası Avusturya bambaşka bir yer. Sosyalist anlayışlar rağbet görmüyor, 12 Şubat 1934 unutuldu bile.

İlkokul dördüncü sınıfta okul gezisiyle Dolmabahçe Sarayı'na gitmiştik. Gürültücü grubumuzun başındaki -tenini göstermeyen- ten rengi çoraplardan giymiş tıknaz rehber teyze, ezbere bildiği satırları çoğumuzun ilgisizliğine aldırmaksızın sıralıyordu. Gezmekten yorulduğumuz koca sarayda tonla kapısı kapalı oda vardı.

Durmadan doldurduğumuz, kimi kapaktan kapağa minik harflerle kapkara, kimi yarım bırakılmış onca dağınık defter sayfalarında, hepimiz biraz Oğuz Atay olmak isteriz.

Hayaller ve düşünceler sonsuzluğa dair olabilir. Bir şeyi düşlemek ya da düşünmek sonsuz gelebilir. Oysa hayat, günlerimiz; hep sınırlı, hep sonlu. İnsan varoluşuna dair her şeyin bir sonu var. Mutlulukların, üzüntülerin, aşkların, tutkuların, alışkanlıkların, hayatın... Marcel Proust oldukça gençken yazdığı öykü kitabında en çok bunu söylüyor sanki: Günler biter, hazlar biter.

Kadınlar, dünyayı var eden, düğümler çözen, büyüler bozan, hayata üfleyen, kudretli kadınlar. Bileni, anlatanı seyrek olsa da şehirler kuran, ordular deviren, destanlar yazan, her biri birer tanrıça donunda kadınlar. Dido, El Kâhina, Haypatya, Ümmü Gülsüm, Amy Winehouse, adını duyduğunuz duymadığınız daha niceleri.

Chuck Palahniuk'un deneme, röportaj, mektup gibi çeşitli düzyazı türlerini bir araya getirdiği yeni kitabı Kurgudan da Garip, “Bir hikâye anlatmak için edebiyatçı olmanıza gerek yok.” diyor.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.