Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Aile bir hikayedir, berbat bir hikaye…




Toplam oy: 1305
Andrea Gillies
Domingo Yayınevi
Beyaz Yalan, cinsel kimlikler üzerine eskisinden çok daha fazla düşündüğümüz bugünlerde, kimlik baskısının yaratıcısı olan aile kurumu üzerine kafa yormak için şahane bir kitap.

Aile insanın cehennemidir… Varlığını kendi kurumsal, duygusal ve genetik devamlılığı için kullanır, kullanır ve işi seninle hiç bitmez. Hem kişisel özelliklerini geliştirmeni, bir birey olarak ayakta kalmanı talep eder hem de günü gelince varlığını varlığına hiç düşünmeden armağan etmeni… Aile insanın cehennemidir. Cehennemin taşlarına yazılıdır yalan, aldatmaca, topluca girilen yanılsamalar, “mış” gibi yapmalar, çaktırmamalar… Aile insanın cehennemidir; cehennemin yüzeyi alev alev yanan beyaz yalan taşlarıyla kaplıdır. Üzerlerine basmadan geçemezsiniz, kendi yerleştirdiklerinize dönüp bakmak zorunda da kalmazsınız. Yalan yanlış anlaşılmaya dönüşür hepsi çünkü bir süre sonra ya da suçluluk duygusuna. Aile için söylenen her yalan beyazdır evet ve onu ne kadar tekrar edip bağlamından koparırsanız o kadar beyaz kalacaktır… 


Beyaz Yalan, ilk çalışması Uzun Veda ile dikkatleri üzerine çeken İskoç yazar Andrea Gillies’in ilk romanı. Bir büyük aile romanı. Haliyle cehennemi bir atmosferi var Beyaz Yalan’ın: İskoçya’da gölü, korusu, bahçeleri ve hayaletleriyle ünlü bir malikane ve bu malikanede kuşaklar boyu yaşayan Salter ailesi… Ailenin hikayesini bir ölünün ağzından dinliyoruz. 19 yaşında göle düşüp şaibeli bir şekilde ölen Michael Salter, üç kuşak Salterlar’ın köklü ailelerinin içinde varoluş mücadelesini anlatıyor bizlere. Her ailenin hikayesinde olduğu gibi Salterlar’ınki de yalanlar, sırlar, suçlamalar ve suçluluk duyguları üzerine kurulu. “Benim adım Michael Salter ve ölüyüm; bildiğim bir şey varsa o da ölü olduğum. Bunun haricinde... Bunun haricinde kalanlarla ilgili yalnızca tahmin yürütebilirim.”  Michael tahmin ediyor, çünkü gayet iyi biliyoruz ki, hiçbir birey ait olduğu ailenin içinde olan bitenleri tek başına tam olarak bilemez. Bildiklerini de, akıl yürütmelerini de olup bitenlere tamamen mal edemez. Aile bir hikayedir evet ve ona ait olan bireylerden bağımsız olarak sonuna kadar kendi tuhaf gerçekliğini yaratır.

 

 

Görsel çalışma: Ian Ferguson

 

Orman doğurur, göl yutar

 


Hikaye ilerledikçe anlarız ki Michael’ın ölümü sırlarla kaplıdır. Tek bir sır değildir bu. Zamanda geriye gittikçe derinleşen, kökleşen bir sırlar yumağıdır onun ölümü ve hatta hayatta olanların yaşamı… Salterlar’ın sırları aileyi de, ailenin hikayesini de ayakta tutar. Peki ne içindir bütün bu sırlar ve yalanlar? Ataerkinin, yani soy denen şeyin devamlılığı için elbette. Lakin hain bir cadının berbat bir kehaneti gibi Salter soyunu devam ettirecek erkekler yok olmakta, göl onları içine almaktadır. “Etrafımızdaki bu ehlileştirilmiş yeşil tepeler, aslında yerin altındaki dağların doruklarıdır: Çocukken böyle derdi büyükbabam bana. Gölün kendine has ruh halleri olduğunu, rüzgâr estiğinde yükselip kabaran tek şeyin dalgalar olmadığını söylüyorlar kasabada; en tehlikeli halini karanlık, kapkaranlık bir kahverengiye büründüğünde aldığını; yüzeyi bir aynaya dönüştüğünde en derin arzularınızı size yansıtacağını... Bugün cıva kadar yoğun; sanki durağan bir maddeyle doldurulmuş, üstünde gümüşi bir deri yer etmiş gibi.” Gölün o cıva kadar yoğun ve tekinsiz varlığı Salterlar’ın eril soyunun yok oluşunun simgesi. Peki ya kadınlar, ailenin kadınları? Aslına bakarsanız bu hikaye ölü bir erkeğin dilinden anlatılsa da Salterlar’ın kadınlarının hikayesi. Psikanalizle bir parça uğraşanlar çok iyi bilirler ki, orman doğurur, göl yutar ve her ikisi de hayatın dişil yüzünü vurgular. Doğurgan olduğu kadar öldürebilen, bereketli olduğu kadar kısır da olabilen… Yiyen, yutan, boğan, yok eden o dişil, düzensiz düzen…


Beyaz Yalan, toplumsal ve cinsel kimlikler üzerine eskisinden çok daha fazla düşünmeye başladığımız bugünlerde, bizi kıstıran bu kimlik baskısının yaratıcısı ve devam ettiricisi olan aile kurumu üzerine kafa yormak; çıkış yolları üzerinde durmak ya da sadece akıcı ve sırlarla dolu zengin bir hikayeye kendinizi kaptırmak ve yeni bir yazar keşfetmek için şahane bir kitap.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.