Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Bir kırık hikaye…




Toplam oy: 911
Selim İleri
Everest Yayınları

Evleri, sokakları, insanları, ruhu ve cümle eşyasıyla yitirilmiş zaman; zamanın bütün bütüne tabiatı; onun en hassas, en zarif ve dolayısıyla en hüzünlü ayrıntıları; her temasında en büyük tesirler bırakanı… Tüm bunlar Selim İleri romancılığının sadece bir parçası elbette ama belirleyici olmadıklarını kim söyleyebilir? İleri’nin belki bir nebze de olsa Tanpınar’ın, Proust’un izinden giderek, yitirilmiş zamanı gözlemesi, bu yitimden, onun artık ebediyete kadar burada olmayışından hazza yakın bir hüzün duyması, bu duyuşu zarafetle kaleme alması değil midir biraz da okurlarını büyüleyen? Edebiyatın, batılı gözle bir bütün olarak günümüz insanının tarihini, tarih öncesini, çocukluğunu, ergenliğini, erişkinliğini hatta bilinçdışını anlattığını kabul edersek eğer, Selim İleri’yi de, insanı anlatan edebiyat içinde edebiyatı anlatan yazar kimliğinde görebiliriz pekala. Zira o, kendisinden önce yazılan romanları, söz konusu romanların kahramanlarını ve yazarlarının yaşamlarını merkeze alan bir yazı evreniyle oluşturur bu kimliği. Tıpkı şimdilerde yeniden yayımlanan Kırık Deniz Kabukları'nda yaptığı gibi…

“Kırık Deniz Kabukları”nın merkezinde hiç şüphesiz Halit Ziya Uşaklıgil ve onun, bugünlerde de üzerinde pek çok konuşulan en büyük eserlerinden biri, Aşk-ı Memnu vardır. Romanın anlatıcısı, müzik öğretmeni Mediha Hanım’la birlikte, Halit Ziya’nın oğlu Halil Vedat’ın hazin sonuna doğru ilerleyen bir hikayenin içinde yol alır. Geçmiş zaman musikisi hikayenin de, anlatıcının da, okurun da en büyük eşlikçisi olacaktır roman boyunca. Doğumundan ölümüne Halil Vedat’ı çepeçevre saran roman kahramanları, romanlara ilham veren mekanlar ve romanesk yaşamlardır anlatıcıyı bu hikayenin içine çeken. Büyükada’nın sarmaşık gülleriyle kaplı köşklerinden bahçelerine, Boğaz’ın her daim eski her daim yaralı yalılarından nice hayatları tutsak almış otellerine, Batı hayranlığıyla batılılaşma çabasının beyhudeliğinin tam ortasında duran operalara, operetlere, “Eylül”e, hatta Nihal’le Beşir’e ve Behlül’le Bihter’e uzanan; hepsinin birbirini, en çok da Halil Vedad’ın kısacık yaşamını sarıp sarmaladığı, gün be gün bu yaşamın üzerine kapanan yaşamlar… Ve bir söyleşisinde Tevfik Fikret’e  “Hiç şüphe yok, hayat romanları değil, romanlar hayatı yapıyor” diyen Halit Ziya’nın oğlunun kaderini ister istemez çizen kitaplar…

Batılı anlamda en mükemmel şekilde eğitilmişken ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin en başarılı diplomatlarından biri olacakken, kendini öldüren Halil Vedat’ın yaşamhikayesinde yakın tarihimize dair pek çok sayfa okunur. Osmanlı yıkılmış, Halit Ziya’nın da bir parçasına ortak olduğu saray yaşamı sona ermiş, dönemin ileri gelen ailelerinden biri olan Uşakizadeler Avrupa’nın çeşitli yerlerinde kendilerine yeni ve daha batılı bir yaşam kurmaya başlamışlardır. Baba ve oğul savaşlarla, büyük kırılmalarla bir yangın yerine dönen Avrupa’da dolanıp dururlar, ta ki Cumhuriyet onları geri çağırana kadar. Ancak bu çağrı Uşakizadeler’e mutluluk getirmeyecektir. Yeğenleri Latife, Mustafa Kemal’le yaptığı evlilikten bir yaşam boyu acı çıkaracak, Halil Vedat batılı bir cumhuriyet genci olma hayallerini yaşamıyla ödeyecek, Halit Ziya Uşaklıgilse o büyük evlat acısının yanı sıra ölene kadar eskilerde kalmış, modası geçmiş, hatta çağdışı bir yazar olarak kıyıda kalacaktır… Anlatıcı, Vedat’la birlikte, Halid Ziya o büyük eserleri yazdıktan, perde üzerlerine çoktan kapandıktan sonra izliyordur gösteriyi. Çevresinde toplumsal, kültürel ve edebi yönden büyük olaylar yaşanırken Halil Vedat’ın kıyıda kalmışlığında, dramatik gecikmişliğinde ve bu gecikmişliğin verdiği ıstırapta biraz da kendini buluyor gibidir.

Köhnemiş İmparatorluk’la Cumhuriyet, Sultan Reşad’ın Dolmabahçe Sarayı’yla Atatürk’ün Çankayası arasında kalan ve toplum nazarında yazarlığı gün be gün solan Halit Ziya, Türk romanında ilk defa kahramanının yazgısıyla romanın yazgısı arasındaki ortaklığı kurgulayan bu büyük yazar, özellikle insani zaaflarıyla öne çıkar “Kırık Deniz Kabukları”nda. Ve roman ilerledikçe hayatta her şeyden çok sevdiği oğlunu kaybeden, bu kaybedişin önüne geçemeyen çaresiz bir babaya dönüşür. Aşk-ı Memnu’nun Nihal’i ile Adnan Bey’i gibi, Halit Ziya ile Vedat da giderek birbirlerine yaklaşarak sonsuz bir çocuklukta hapsolurlar. Ve “böyle birçok kişi, birçok eser, birçok resim, eşya, hepsi de hayatlarının maceralarının kırıklığını söylerken, musikiden cevab-ı yeis alırlar”… Geriye bir tek ses, müzik ve kıyıda köşede onları dinleyenler kalır.

Selim İleri’nin yüzünü geleneğe dönüp geleneğin içinden yepyeni bir dil, yepyeni bir anlatım çıkarmasının belki de en iyi örneklerinden birisi “Kırık Deniz Kabukları”.  İleri’nin geçmişe tuttuğu ışıkta bugünü, apaçık kendini görmek isteyenlere duyurulur…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.