Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Bu polisiye niye şahane?




Toplam oy: 1134
Algan Sezgintüredi
Aylak Kitap
Kocaman bir apartman, yılbaşı gecesi hazırlığında; ışıklı, hareketli ve hikayemize konu olduğuna göre içinde muhakkak bir cinayet var...

“İçinde polisin olduğu bir roman türünü niye bu kadar çok seviyorum ki,” diye düşündüm kendi kendime. Henüz Katilin Şahidi’nin sayfalarını çevirmeye başlamamıştım. Bu kadar erkeksi, eril bilinci, havalı akıl yürütmeleri, üstün gözlem yeteneğini vurgulayan, onu ululayan, hani nasıl desem dünyayı ve insanları külyutmazlar ve ahmaklar olarak ikiye bölen üstten bakışçı anlatım biçimine sahip bir türü, niye bu kadar seviyordum? İyisini bulduğumu düşündüğümde hemen sevinip köşelere köşelere çekilme telaşına düşüyordum? Heyecan mı dedim, sürükleyicilik, merak? Yok, değil. Dedektif, polis, işinin ehli hayranlığı, hiç değil. Etrafta biri kazayla cinayete kurban gitse, kim öldürmüş ki diye içim içimi bile yemez, sakinlikte ve meraksızlıkta kendimi bile çıldırtırım… O zaman bu polisiye hevesi niye? Uzatmayayım, ölüm diye fısıldadım içimden; yaşam/ölüm/yeniden doğum. İşin sırrı buradaydı. Her peşine düşülen cinayet hikayesinde, ölümü hissetme, her çözülmüş cinayet hikayesinde ise yeniden doğumun sevinci vardı, yaşamı kutsuyordu sanki dedektiflik hikayeleri, ölümün mutlak gibi görünen galibiyetinden rol çalıyordu. Pozları, havaları da belki bundandı; yaşamı kutsayan bir ritüelistik hal illa ki oluyor ve beni de içine alıyordu. İçimde yaşamla beraber durmaksızın çalışan ölüm saatine bu hikayelerle kulak veriyor, kendimi kaptırıyordum ben de.


Tabii bütün bunlar her dedektiflik hikayesi için geçerli değil, dememe bilmem gerek var mı? Ondandır ki hem bir sevinç hem de kendimce derin bir sorgulama içindeyim. Birazdan bir Algan Sezgintüredi romanı okuyacağım ve alacağım büyük keyfin muhasebesini içinden geçtiğimiz zaman itibariyle yapmalıyım! Biliyorum ki Sezgintüredi ve onun “Katilin…” diye başlayan dedektiflik romanları serisinin içinden yaşam taşıyor hep. Kendini durmaksızın sorgulayan, didikleyen, hal ve gidişten sorunlu ve sorumlu, bilinç dediğimiz o akıp giden suyun içine kendini bırakmaya fazlasıyla meyilli, insan olma meselesini satirik bir dille, kahkahalar içinde vermeyi başaran, bir tür yaşam ve yazın sevinci bu. O zaman buyurunuz serinin son halkası Katilin Şahidi'ne.

 

 

 

Görsel çalışma: Sarah Weinman

 

Kocaman bir apartman, yılbaşı gecesi hazırlığında; ışıklı, hareketli ve hikayemize konu olduğuna göre içinde muhakkak bir cinayet var... Kahramanımız Vedat Kurdel, kendisinden daha kıvrak zekalı dostu, iş ortağı Tefo’nun ve karısı Ayla’nın ketenperesine kurban gitmiş, sekreteri Nilgün’ü yılbaşı gecesi kutlaması için evinden almaya gelmiş. Çöp çatılmış, farkında; elinde fırından yeni çıkmış hindi tepsisi, yanında Nilgün, içinden söylenene söylene merdivenlerden iniyor. Ve dann… Dan dan dan… 3 artı 1, dört el silah sesi ile sarsılıyor apartman. Yeni yıl hazırlığındaki bina sakinleri için kapalı devre bir papaz kaçtı oyunu başlıyor böylece. Apartmanın en eski sakinlerinden müflis işadamı İhsan Bey, dört kurşunla bu dünyadan göçe zorlanmış. Ama niye, kim, nasıl? Cinayet aleti ortada. Fakat katilin kaçtığına dair herhangi bir emare yok. Öyleyse katil, hâlâ apartmanda. Occam’ın usturası bileniyor, illüzyon göz önünde-burnun dibinde olan biteni saklama sanatıdır, yanılsamalar üzerinde düşünmek gerek. Hindi soğuyor, ziyan oluyor lakin bu soruların cevabını bulacak elbet Vedat, Tefo ve sekreter-müstakbel sevgili Nilgün. İhsan Bey’in kapı komşusu, çocukluktan arkadaşı, eski iş ortağı Zeki Bey, en kuvvetli katil zanlısı. İyi ama cinayet anında kapıcı Mehmet, Vedat ve Nilgün’le beraber merdivenlerde olmasına ne demeli? O zaman müteahhid yüzünden yumruk yumruğa kavgaya tutuştuğu Altan Bey’i zorlamalı. Derken bir şantaj meselesi patlayıveriyor ve apartmanda işler iyice sarpa sarıyor.

 

 

Yaşamı en iyi ölüm anlatır

 


Bilenler bilir, Vedat’ın düşünce akışına dil yetişmez olur, her şeyi aynı anda homojen bir karışım halinde didikleyen bilince, dili yetiştirir neredeyse Algan Sezgintüredi. Dile ve Türkçenin akışına sürükler okurunu. Katilin Şahidi’nde de bu huyundan vazgeçmiyor. Aynı anda kendini, geldiği ketenpereyi, Nilgün’le olası ilişki biçimlerini, İhsan Bey’in cinayetini, onun Zeki Bey’le muhtemel husumetini, olmuş olanları, olabilecek olanları didikleyip duruyor. Gözünün önüne konmuş incecik tülden perdeyi aralamaya çalışıyor. Ve hiç tanımadığımız birinin ölüsü üzerinden onun yok olan yaşamı ışığında katili buluyor. Çünkü yaşamın değeri, yine ve her şeye rağmen zayıf ruhlarımızı hep bu dünyaya bağlıyor, yaşam ölüme karşı, sonsuz ve coşkulu bir direniş haline geliyor.


Dil ve yaşam çağrışımlarla doludur evet, onun içindir ki yaşamda da, sanatta da ne kadarının doğaçlama ne kadarının sistem dahilinde olduğunu bilemeyiz hiçbir zaman. Bu mutlak bilinmezliğin içinden gerçek sanatı ve yaşam sevincini çıkarmak, bir tür kutlamadır olsa olsa. Katilin Şahidi, işte bu tür çağrışımlarla dopdolu, şahane bir yılbaşı kutlaması hikayesi. Vedat’ın polis, Tefo’nun albay pozları şahane; Vedat’ın gönül çukuruna kendi kendine inişi, buna kendini ikna edişi şahane; bilinçaltıyla senli benli konuşması, yazarın polisi sorgulayışı şahane; apartman sakini çevirmen Altan Bey, onun çevirdiği kitaplar şahane; gözümüzün önündeki katile şahitlik etmek şahane; kahramanlarımız gibi tadına bakamasak da hindi de eminiz ki şahane…

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.