Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Celil Oker "Yenik ve Yalnız" oynamaya devam ediyor...




Toplam oy: 1142
Celil Oker
Turkuvaz Kitap

“Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir frequent flyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunamayan, MS Flight simülator manyağı, eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal”, geri döndü... Tam yedi yıl aradan sonra, “Yenik ve Yalnız” olarak, kinik, kalender, şahsi adalet anlayışına sahip, kendini sorgulayan anti-kahraman özelliklerinden hiçbir şey kaybetmeden...

Celil Oker’in polisiye edebiyatla ilgilenen Türk okurların gönlündeki yer ayrıdır. İlk Remzi Ünal polisiyesi Çıplak Ceset’in yayımlandığı yıllarda ortada Türk polisiyesi diyebileceğimiz türden romanlar pek görünmüyordu ne de olsa. Oker, bugün Türk edebiyatında bu türe yer açmış yazarların başında gelir. Üstelik onun yarattığı karakter diğerlerinden farklı olarak, hiç şüphesiz, daha bizdendir. Şimdi, pek çok okurun merakla beklediği yeni Remzi Ünal polisiyesiyle karşı karşıyayız. En baştan söyleyeyim, “Yenik ve Yalnız” her şeyden önce, yazarın kitabın sonunda yer alan okura mektubunda açıkça göreceğiniz, samimi, sorgulayıcı ve olgun bir tavra, anlatıma sahip. Sözün kısası, tadına doyum olmuyor. Şimdi, buyurun hikayeye...

Remzi Ünal, Yıldız Turanlı’yla evlilik arifesinde. Eşyaları bekar evinden toplanmış, yeni evine yola çıkıyor ufaktan. Evde kalan yegane nesne, telesekreterli telefon, tam kapıdan çıkıp yeni hayatına geçecekken çalıveriyor elbette. Telefondaki ses, çok tanıdık, Remzi Ünal’ın daha önceki maceralarında hayatını kurtaran bir ses... Haliyle sırt çevrilemiyor ona, Yıldız Turanlı’ya izin koparmak manasında kısa bir bakış atılıp mevzuya giriliyor. Karşıdan istenen küçük bir yardım, Remzi Ünal’ın istediği ise belki son bir iş... Bu noktada Yıldız Turanlı devreden çıkıp Remzi Ünal’ı işiyle baş başa bırakıyor. Kısa bir süre içinde anlıyoruz tabii, Turanlı’nın her anlamda devreden çıktığını, Remzi Ünal’ı sonsuza dek terk ettiğini...

Gelelim işe; Ünal’ın siteden komşusu Hülya hanım küçük bir zarfın kocasının otogalerisindeki masasına geri konulması karşılığında, büyük dolgun bir zarf vaat ediyor. Remzi Ünal için, işin karşılığında alacağı dolgun zarf mühim değil, o diğer zarfın içindekilerin göründüğünden çok daha büyük sorunlara yol açabileceğinin ta en başından beri farkında. Dur bakalım ne olacak derken, zarfı yerine bıraktıktan hemen sonra Hülya hanımın kocası, otogalerinin sahibi Kemal Bey, Akmerkezin önünde bir cinayete kurban gidiyor. Bu işte Remzi Ünal’a tesadüfen yardım eden reklamcı arkadaşı, aikido terimiyle söylersek ukesi ve kahramanımız ellerinde pek az veri ile bir cinayet vakasının karşısında kalakalıyorlar.

Remzi Ünal’ın göz kararıyla da olsa ilerlemekten başka yapacak bir şeyi yok. Terk edilmenin acısı, aidiyetsizlik hissi, geleceğe ve kendine inanmamanın verdiği ümitsizlikle dolaşıyor İstanbul sokaklarında. Yeni yeni palazlanmaya başlamış bir pop star, ona kol kanat geren mafya bozuntuları,  metres hayatı yaşadığını öğrendiği Hülya Hanım’ın kızı ile tuhaf kızkardeşi ve ölen otogalericinin siyah-mavi saçlı şaibeli sekreteri bu maceranın içinde cirit atıyorlar. Kapılar tutuluyor, yollar kesiliyor, çelme üstüne çelme takılıyor ve aikido hareketleri havada uçuşuyor haliyle. Bütün bunlar yetmezmiş gibi kahramanımız bir de sigarayı bırakıyor hepsinin üzerine...

Sonuç; burada söyleyecek değilim elbette, ama yine oldukça beklenmedik diyebilirim. Remzi Ünal, her şey sarpa sardı dediğimiz anda işi çözmeyecekmiş gibi yaparak, çözüyor. Ancak onun başta da söylediğim gibi adalet anlayışı farklı, polisle, kanunla, hukukla işi yok. Daha doğrusu bütün bunlara inancı yok... Katili bulup onu Allaha emanet ediyor, olaya ucundan kıyısından bulaşanları da öyle. Ne toplumun yargısına ne de polisin insafına bırakmıyor Remzi Ünal onları ama kahramanımızın acı yüzleşme seanslarından geçmek zorunda hepsi. Vicdanlarıyla baş başa kalmak zorundalar... Zaten insani olarak en zoru da bu değil mi?

“Dünya iyiye doğru gitmiyordu, bunu biliyordum ama her seferinde bir kez daha kanıtlanmasından ne çıkarım vardı?

İnsanların hayatlarını değiştirmekten hoşlanmıyorum, tamam, ama her seferinde sanki inadına gibi değiştirmekten başka ne geçiyordu elime?

Adalet umurumda değildi. Ne hakim ne savcıydım, bunun farkındaydım. Ama bir hakime ihtiyaç duyulduğunun apaçık belli olduğu onlarca durumda, ben oynamıyorum demek insanın duyduğu yükü azaltacağına çoğaltıyordu belki de.”

Remzi Ünal her şeye rağmen oynamaya devam ediyor, başka türlüsünün kendi için mümkün olamayacağını keşfediyor çünkü bu hikayede. Yenik ve yalnız olsa da oynamaya devam ediyor şahane bir şekilde...

Yorumlar

Yorum Gönder


Oylum hanım yazılarınızı severek takip ediyorum. Kitap seçimlerimde sıklıkla faydalanıyorum. Satırlarınızın arasına da aikido terimi sıkıştırmanız ayrıca ilgimi çekti başarılarınızın ve güzel yazılarınızın devamını diliyorum..

Yazınızın konusu olan kitabı oldukça merak ettim. İdefix ten acilen edinmeyi düşünüyorum. Saygılarımla..

44%
56%

Celil Oker'in çok akıcı bir dili var ve günümüz İstanbul'una yaptığı göndermelerin bu akıcılığa katkısı büyük. Betimlemeler bazen fotoğrafa bakıyorsunuz hissiyatını veriyor. Ben kitabı okurken fotoğraflı bir versiyonun basılabileceğini düşündüm. Fakat çok zorlanmış Oker bu kitabı yazarken. Kitap baskıdan gelince derin bir oh çektiğini düşünüyorum.

47%
53%

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.