Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Güzel ile ihtiyar, tüketim toplumu ve sonu iyi biten masal




Toplam oy: 1229
Joyce Carol Oates
Siren Yayınları

Joyce Carol Oates, çağdaş Amerikan edebiyatının en vahşi ve gotik yazarlarından biri. Üstü örtülü gerilimin, yüzü bugünün insanına, günümüz toplumuna; ruhu ise insanın en eski en arkaik güdülerine dönük ustası. Son yirmi yıldır her sene bir roman yazma geleneğini bozmayıp bu yıl da okurlarını hayal kırıklığına uğratmadı. “Güzel Bir Kız” Oates’in son romanı, yazar gergin kalemini modern zamanlara, tüketim toplumunun felce uğrattığı zihinlere ve bedenlere uzatıyor bu kez; ve hepsinin içinden vahşi bir modern peri masalı çıkarıyor.

Güzel Bir Kız’ın iki kahramanından güzel olanı Katya; kumarın, içkinin, uyuşturucunun, işsizliğin ve parasızlığın kol gezdiği bir işçi mahallesinden gelen, zengin bir sayfiye kasabasında sonradan görme bir ailenin çocuklarına bakıcılık yaparak para kazanmaya çalışan, çekici, taptaze bir on altılık. Diğeri, yani ihtiyar ve çirkin olanı Marcus Kidder, sayfiyenin önde gelen zenginlerinden. Ressam, besteci, çocuk kitapları yazarı, parası sayesinde hayatın tüm güzelliklerinden yararlanmayı bilen, üst sınıftan, üst kültürden bir altmış sekizlik. Aslında o kadar da çirkin değil, Katya’ya dimdik duruşu, beyaz, gür ve dalgalı saçlarıyla, insanın içine işleyen masmavi bakışlarıyla çekici bile geliyor. Ama onun için en çekici yanı hiç şüphesiz zenginliği. Bir iç çamaşırı dükkanının vitrininin önünde hiç alamayacağı çamaşırlara içi titreyerek bakarken, bir anda arkadan gelerek, dilek hakkın olsaydı,  hangisini dilerdin, diye soran, ve daha sonrasında da Katya’nın bu dileğini gerçekleştiren sübyancı bir kahraman...

Kidder’in sübyancılığı Nabokov’un Lolita’sında olduğu gibi geçmiş zamanda henüz 17 yaşındayken kaybedilmiş bir aşktan geliyor. Hayatta her şeye sahip olmaya muktedir kahramanımız -hem çocuk hem şaka anlamına gelen kid kökü sayesinde onun sübyancılığını daha da vurgulayan adıyla-  Markus Kidder, ölüme söz geçiremeyen, delikanlılığında saplanıp kalmış bir ihtiyar olarak karşımıza çıkıyor. Katya da masallardaki masumiyetten oldukça yoksun, içkiyi, uyuşturucucu ve adam kazıklamayı, suçu hanidir tanıyor ve kesinlikle bakire değil! Kidder’la olan ilişkisi boyunca da onaltı yaşının masumiyeti ile içinde bulunduğu toplumun yozlaşmışlığı arasında gidip geliyor: “Beni evlat mı edinecek, yoksa benimle evlenmek mi istiyor?” Kidder’ın ona ilgisinin en çirkin ve en sevgi dolu yönlerini de düzensiz salınımlarla veriyor bizlere Oates. Biz de okur olarak Katya gibi Kidder’in gerçek niyetini anlamakta bocalıyoruz, kafamız karışıyor. Evini şen şakrak gezdirirken, kapıyı sıkıca kilitleyiveriyor ya da içki içmesine izin vermezken bir gece ansızın Katya’ya ilaçlı içki verebiliyor, hatta bir gün ona aniden soyunmasını emrediyor...

Ailesi tarafında ilgi ve sevgiden mahrum bırakılarak yetişen Katya’nın derdi ise sevilmek ve para kazanmak. “Bay Kidder, Katya’nın elinin arkasını okşuyordu, ama başka türlü dokunmuyordu ona. Eğer dokunsaydı, eğer kucaklasaydı, Katya itip onu uzaklaştıramazdı; başını onun omzuna yaslar, yüzünü boynuna gömerdi... O anda Marcus Kidder’a karşı koyamazdı, çünkü dünyada Katya Spivak’a Marcus Kidder kadar değer veren başka bir insan daha yoktu. Ne yaparsam yapayım beni hoş görür, beni o kadar çok seviyor,diye düşündü.”

Katya’yı  Kidder’a bağlayan bu iki arzu romanın sonuna da damgasını vuruyor. Tüketim toplumunun zenginin de fakirin de üzerinde yarattığı ahlaki çöküntüleri sarsıcı biçimde vermekten kaçınmayan Oates’in, romanının sonunu mutlu biten bir peri masalı olarak kurgulamasında da sanki haince, alaycı bir şeyler var... Aklı, parayı, beyaz adamı Kidder’la öldürürken, ödülü kadın bedenine veriyor imalı bir şekilde. Ve sözde masumiyetin kazandığı, sözde bir modern masal koyuyor önümüze... Kanmak da, kulak asmamak da size kalmış!

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.