Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Kendi efsanesini anlatan bir efsanenin hikayesi




Toplam oy: 1116
“Rüzgarın Adı”, kurgusu, edebi anlamda son derece zengin dili, uzunluğuna rağmen keyifli akıcılığıyla fantastik okurları son derece tatmin edecek bir roman.

Sessizliğin üç türüyle başlayan uzun, çok uzun bir hikaye... Rüzgarın, müziğin ve ateşin eksikliğinden kaynaklanan sessizlikle başlayıp giderek tüm bunların sesine kulak veren bir hikaye; sessizliği seslendirmeye, sessizliği anlamlandırmaya çalışan… “Rüzgarın Adı”: Genç, tanınmamış bir yazarın kaleminden çıkma yeni bir fantastik serinin ilk kitabı.

 

Yayımlanmak için yıllarca bekleyen ancak yayımlandıktan hemen sonra New York Times başta olmak üzere çoksatar listelerinin tepesine yerleşen bu fantastik serinin yazarı Patrick Rothfuss. Kahramanı ise Kvothe. Kansız Kvothe, Kralkatili, Kırık Ağaç, Gökgürültüsü, Hafifparmak ve daha niceleri onun ismi. Çünkü o bir efsane. Ona verilen isimlerinden de çok  hakkında anlatılan öyküleri var. Kimileri gerçek kimileri yalan, kimileri yetersiz kimileri bir efsaneye yakışır şekilde olan biteni fazla abartan… Patrick Rotfuss, ona şöhret getiren bu ilk çalışmasında Dune serisiyle Mesih düşüncesini, Mesih mitini inceleyen Frank Herbert misali, efsane dediğimiz şeyin yaratılış sürecine ve yaşayışına odaklanıyor. Ve fantastik edebiyatın ana izleklerinden biri olan “kahramanın yolculuğu” izleğinde giderken, kahramanlık öyküleriyle gerçek hayat arasındaki o ince çizgide yürüyor.

 

Kvothe’u, ıssız bir kasabanın daha da ıssız bir hanını işletirken tanıyoruz; dünya işlerinden elini eteğini çekmiş ilginç bir hancı olarak. Kısa süre içinde de onun izini bulup gelen bir tarihçiyi karşısına alıp baştan sona efsanevi hayat hikayesini anlatmaya başlıyor. Efsaneyi, efsanenin bizzat kendisinden dinliyoruz roman boyunca. Patrick Rothfuss, hikayesini tek bir ağızdan, kahramanının bakış açısından anlatıyor ancak olay örgüsünü Bin Bir Gece Masalları’yla andığımız daha doğulu bir tarzda, birbirinin içinden geçen öyküler şeklinde kurgulamış. Dolayısıyla kahramanımızın anlattığı hikayede pek çok karakter ve birbirini zenginleştiren pek çok farklı öykü var.

 

Kvothe, farklı bir fantastik karakter. Gezici bir kumpanya içinde doğmuş, müzisyen, oyuncu ve büyücü. Alışkın olduğumuzun aksine müzisyenliğinin de, oyunculuğunun da ve hatta büyücülüğünün de ayrıntılarını verebiliyor. Büyüyü, Ursula Le Guin’in de Yerdeniz serisinde yaptığına benzer bir şekilde, bilimsel bir bağlamda bizlere aktarıyor: Kendi vücut ısısını kullanarak bir mumu ve bir öğretmeninin bacağını nasıl yaktığını, rüzgarı çağırmaya çalışırken nasıl yanlış yaptığını ve harç olmadan iki tuğlayı birbirine ne şekilde bağladığını… Zira bin bir emekle girmeyi başardığı Üniversite’de bütün bunlar öğretilebilir şeyler ve başını rahatlıkla belaya sokmasını sağlayan.

 

Onun başını belaya sokan şey, sadece büyü değil elbette. Rothfuss “efsane”yi kurcalarken, efsane dediğimiz şeyin içinde başarıyla başarısızlığın, şansla talihsizliğin kolkola gezdiğinin fazlasıyla bilincinde. Kvothe da buna paralel olarak, olağanüstü zekasının kimi zaman hayatını dilenciliğe kadar gerileten, kimi zamansa bir yıldız gibi parlamasına yola açan etkisinin farkında. Üstelik yazarı gibi gerçek hayatla hikayeler arasındaki farkı dile getirecek kadar da samimi.

 

Gezici bir kumpanya sahibi olan annesiyle babasını dramatik bir şekilde kaybeden, bu kaybedişte tüm hayatına damgasını vuracak olan düşmanını bulan kahramanımız, o büyük yolculuğuna incinmiş, intikam ateşiyle dolu ve yapayalnız bir şekilde başlıyor. Kısa sürede bir trajediye dönüşen hayatı, Üniversite’ye alınması, bir müzisyen olarak kendini kanıtlaması ve hayatının aşkını bulmasıyla ivme kazanıyor. Ancak bütün bunların hiçbiri onun için yeterli değil. Zira intikamını alması ve rüzgarı çağırmayı öğrenebilmesi ve hatta kralkatili olabilmesi için daha önünde uzun bir hayat var. “Kralkatili Günceleri” olarak geçen serinin bu ilk kitabının 700 sayfadan fazla olması boşuna değil.

 

“Rüzgarın Adı”, kurgusu, edebi anlamda son derece zengin dili, uzunluğuna rağmen keyifli akıcılığıyla fantastik okurları son derece tatmin edecek bir roman. Canavarlardan, türlü çeşit yaratıklardan ve kahraman çeşitliliğinden hoşlanmadıkları için fantastik serilerden uzak duran okurlara ise farklı bağlamda seslenebilecek bir çalışma. Bu anlamda da haftanın en şahane kitabı. 
 

Yorumlar

Yorum Gönder


Le Guin'in Yerdeniz serisi fantastiktir, Mülksüzler ise bilimkurgu... Kaba taslak değerlendirmek bu kadar kolay, ancak sadece öyle mi? Yerdeniz dizisinde büyü teknikleri verir Le Guin, kurduğu dünyada büyü bir çeşit ilimdir. Tepki vermeden bir saniye olsun düşünebilsek keşke...

40%
60%
Beğendim.

"Ursula Le Guin’in de Yerdeniz serisinde yaptığına benzer bir şekilde, bilimsel bir bağlamda bizlere aktarıyor" bilimsel bağlam mı? Ursula Le Guin'in Yerdeniz serisini okuduğunuzdan emin misiniz siz?

Yazınızı göndermeden önce,"Ben ne yazmışım acaba?" diyerek bir göz gezdirme fırsatınız olmadı mı acaba? Daha doğru düzgün cümle kuramaz, atıp tuttuğu edebiyat türünün inceliklerini bilmez. Uzun zamandır okuduğum en kötü yazı.

29%
71%

"Zira bin bir emekle girmeyi başardığı Üniversite’de bütün bunlar öğretilebilir şeyler ve başını rahatlıkla belaya sokmasını sağlayan."

Bu cümle kulağımı fena halde tırmaladı.

49%
51%

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.