Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Lily Bart’ın suçu ne?




Toplam oy: 1290
Edith Wharton
Kırmızı Kedi Yayınevi

Eski bir masal vardır, çocuk masalı değil de daha çok hazin bir kadın masalı: Kırmızı Pabuçlar. Öylesine fakir bir kızdır ki kahramanımız, ayakkabılarını bile kendi yapmıştır; topladığı kumaş parçalarını dikerek, kaba, tuhaf ama yine de işe yarayan pabuçlardır bunlar... Bir gün zengin bir yaşlı kadınla kesişir yolları. Yaşlı kadın kıza gel der, gel ve benimle yaşa. Sıcak bir yemeğin, yatağın, yepyeni giysilerin ve ayakkabıların olsun... Kız kabul eder teklifi ve yaşlı kadının evine yerleşir. O eve girer girmez zengin ve yaşlı kadının ilk işi kızın eski kıyafetlerini ve kendi elleriyle yaptığı ayakkabıları yakmak olur. Kahramanımız çok üzülür ama yapacak bir şey yoktur. Bundan sonra zengin hayatında uslu durmak, yaşlı hamisinin her istediğini yerine getirmek zorundadır. Ancak bir gün karşısına bir mağazada büyüleyici kırmızı pabuçlar çıkar, eski ayakkabılarını hatırlar ve hevesle alır onları kız, yaşlı kadının itirazlarına aldırmadan... Ve ayağına geçirir geçirmez dans etmeye başlar. Ayakkabılar, kötüdür, sihirlidir. Dans eder, eder, ama bir daha hiç duramaz, ta ki ayakları kesilerek o ayakkabılardan kurtulana kadar... Toplum, özellikle kadın cinsinin bataklığı… Bu hüzünlü, hüzünlü olduğu kadar da vahşi masal gösterir ki bizlere; toplumun yönlendirdiği amaçlar, suni mutluluklar uğruna kendi sahip olduğun şeylerden vazgeçmek seni köleleştirir; geri dönüş yolları ise tehlikelerle, ruhu zehirleyen oyuncaklarla, bağımlılıklara yol açan heveslerle doludur ve son darbe ne şekilde olursa olsun her zaman ölümcüldür... Tıpkı Lily Bart’ın hikayesinde olduğu gibi...

Amerikalı yazar Edith Wharton’ın “Keyif Evi”, bizde pek bilinmese de Amerikan edebiyatı için bir klasik... Tıpkı Kırmızı Pabuçlar gibi, sırtını klasik dramatik kurguya yaslamış hazin ve vahşi bir masal... Kahramanımız Lily Bart, 1800’lerin sonunda New York’un yüksek sosyetesine mensup gelinlik yaşa gelmiş genç ve çok güzel bir kız. Güzelliğin altını çizeyim, zira Lily’nin sosyetede kalabilmesinin tek yolu... Arkalarında pek de bir şey bırakmadan erken yaşta ölmüştür kahramanımızın anne ve babası. Zengin ve eli sıkı halasının hamiliğinde zengin bir koca bulabilmek için dönemin elit tabakasının takıldığı mekanlarda boy göstermektedir Lily sabırla. Lüks sayfiye evlerinde, kışlık malikanelerde, opera localarında, muhtelif kulüplerde... Ancak yaşı hızla ilerlemekte ve bir türlü evlenememektedir. Daha doğrusu damat adaylarıyla her seferinde evliliğin kıyısından dönmektedir. Bir arkadaşının dediği gibi: “Lily hep böyledir: Toprağı hazırlamak ve tohumları ekmek için köle gibi çalışır, ama hasadı kaldırma günü gelince ya uyuyakalır ya da pikniğe gider.” Evet tam olarak böyledir. Çünkü bir süs bebeği olarak evlenmek için yetiştirilse de Lily aslında evlenmek istememektedir! Fakat bu noktada iki tane çok büyük sorunu vardır:  Birincisi yaşadığı toplumda bir kadının evlenmeden toplum içinde var olması mümkün değildir, ikincisi ise Lily kendi imkanlarının elvermediği lüks içinde yaşamaya başka bir şey düşünemeyecek kadar tutkundur. Devreye bir de hali vakti yerinde ama kesinlikle zengin olmayan Lawrence Selden girince Lily Bart’ın bıçak sırtındaki yaşamı iyice zorlaşır. Selden’e sırılsıklam aşıktır ama tutkuları ve toplum baskısı bu aşkı yaşamasına engel olacaktır.

Lily, aslında elde etmek istemediği bir amacın peşinden umutsuzca koşarken, benliğinde dev bir yarılma oluşmaya başlar, bu yarılma New York sosyetesinin bencil, ikiyüzlü yaşam tarzıyla daha da derinleşir. Git gide batmaya başlar kahramanımız, bir de evli erkeklerle ilişkisi olduğuna dair çıkan haksız söylentiler evlilik kararının bir türlü verilememesiyle birleşince Lily’yi sosyete de istenmeyen kadın haline getirir. Bundan sonra bizleri bekleyen, kadınlık ve insanlık onurunun toplumsal eğilimlere karşı verdiği körü körüne bir savaşı izlemek olacaktır.  “Ancak onu en çok ürküten, maddi yoksulluğun imgesi değildi artık. Daha derin bir yoksulluk, içsel bir fakirlik hissediyordu ve onunla kıyaslayınca dış koşullar gittikçe önemsizleşiyordu. Gerçekten de berbat bir şeydi yoksul olmak; tasarruf ve fedakarlığın tatsız katmanlarında sürdürülen perişan, endişeli bir orta yaşı beklemek ve pansiyondaki pis, toplu yaşamda giderek kaybolmak. Ama bundan da sefil bir şey vardı; kalbini sıkıştıran yalnızlık, kökünden sökülmüş başıboş bir bitki gibi yılların ihtiyatsız akıntısına kapılıp sürüklenme duygusu.”  

Onu Kırmızı Pabuçlar’dan ayıran tek ve çok önemli bir farkı vardır “Keyif Evi”nin:  Lily Bart’ın masaldaki küçük kız gibi geri dönebileceği bir yer yoktur, bir zamanlar elleriyle yapmış olduğu ayakkabıları yoktur... O yüzden ne yaparsa yapsın, kendine uygun bir çıkış yolu bulamamaya yazgılıdır kahramanımız. Yazar Edith Wharton, kendinin de bir üyesi olduğu dönemin New York yaşamını çok iyi bilir ve kahramanına o da bir çıkış yolu göstermez. Kadını öğütmek üzere kurulan bir düzen içinde şahsi çabaların önemli olamayacağını, ancak toplumsal bir tavırla durumun düzelebileceğinin kendisi de farkındadır çünkü. Ağır bir yergiyle betimlediği dünyaya bu yüzdendir ki son derece cesur, sıkı bir eleştiri yollar.

Özellikle klasikleri seven okurlar Lily Bart’da; biraz Flaubert’in Madam Bovary’sinin körü körüne konformizmini; biraz Defoe’nun Moll Flanders’ının yaşadığı ortamın, geçiş döneminin berbat zalimliğini; bizden de Reşat Nuri’nin bilinçsizce kendini arayan Feride’sinin melodramını bulacaklar. Herkese iyi okumalar…  

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.