Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Şeytan ayrıntıda, tarih sanatta




Toplam oy: 1160
Mehmet Z. Kuşoğlu
Kaynak Yayıncılık

Şeytan ayrıntıda gizlidir, tarih ise elbette sanatta. Ne savaşlar ne siyasi entrikalar, bize temelde bir toplum üzerine, onun yarattığı kültür ve sanat ortamı kadar fikir verebilir.

 

Kurduğu şehirler, şehirlerin içine yaptığı evler, saraylar, kütüphaneler, hanlar, hamamlar ve hepsinin içini doldurduğu türlü çeşit eşyalar. Bütün bunları bütünlüklü bir şekilde görebildiğimiz, bir zaanatkarın, bir sanatçının hayatını, hayatı için ortaya koyduğu, oluşturduğu felsefeyi görebildiğimiz ölçüde o toplumu geçmişte ve bugünde anlayabiliriz ancak.

 

Şimdilerde uzun zamandır arkamızı döndüğümüz Osmanlı tarihiyle, yeterli olmasa da, bir yüzleşme içindeyiz toplumsal olarak. Herkes Osmanlı’nın şanlı tarihinden kendine büyük bir pay biçme çabasında. Ancak savaşlara, siyasi çıkar çatışmalarına, en tepedeki insanların hayatlarına, paşalara, gözdelere, sultanlara o kadar dalıyoruz ki, yüzleşme çabalarımız yine derinliksiz, yine havada kalıyor.

 

Sanat hayat içindir

 

Elimde bu derde deva, dikkat çekici, şahane bir çalışma mevcut: Mehmet Zeki Kuşoğlu’nun “Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim Sanat” adlı çalışması. Kuşoğlu, Türk- İslam ve doğu sanatında bir uzman, bir sanatçı. Daha çok ahşap, taş ve maden sanatlarıyla ilgilenen Mehmet Zeki Kuşoğlu’nun bu alanda kaleme aldığı pek çok çalışması ile nice kişisel sergisi var. “Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim Sanat” ise yazarın yıllar içinde çeşitli yerlerde kaleme aldığı makalelerin bir araya gelmesinden oluşmuş bir çalışma. Peki nedir bu 33 kadim sanat?

 

Sanat hayat içindir… Çalışmanın sayfalarını çevirdikçe Osmanlı kültürünün temelinde bu düşüncenin yattığını anlıyorum git gide. Hayatın içinde kullanılan hemen her nesneyi sanata çevirmiş olduklarını, hemen her nesneyi kullanma biçimlerini alçakgönüllülüğü elden bırakmamak kaydıyla estetik bir hazza dönüştürdüklerini… Savat, mühür, gümüş kakma, tombak, ayna arkaları, kemer ve tokalar, tılsımlı takılar, sedefkarlık, taş oymacılığı, kalemkarlık, kapı tokmakları, buhurdan, tepelik, telkari, mıhlama ve daha niceleri. Hepsi hayatın içinde hepsi toplumun ellerinde varlığını sürdürmüş sanat dalları. Bugünki bakış açısıyla sanat saymayacağımız sanat dalları… Kısaca birkaçını aktarmak isterim.

 

 

Sevadü’l- ayn: Göz bebeği, Sevadü’l kalb: Yürek ortasında var olduğu kabul edilen siyah benek. Savat, kara, karanlık demek, bu kelimeyle anılan savat sanatı ise gümüş üzerine karakalem görünüşlü nakış işi demek. Gravüre benzetenler olabilir ancak savatı gravürden ayıran en önemli özellik; düz bir zemin üzerine değil türlü çeşit geometrik yüzeyler üzerine işlenmesi; sanatçısının ise gözümüzün bebeğindeki, yüreğimizin ortasındaki o derin, mistik karanlığın gizemini çözmeye çalışması…

 

 

Metali zamanın etkilerinden korumak ve onu daha değerli daha estetik kılmak demek, tombaklamak. Gündelik hayatta kullanılan metal eşyaları daha zarif, daha değerli hale getirerek kullanmak için yaratılmış bu doğu sanatı en güzel ürünlerini belki de Osmanlı’da vermiş. Ancak son 40 yıldır artık tamamen tarihe karışmış durumda.

 

 

Osmanlı sanatının bir diğer belirleyici özelliklerinden biri sanatkarın kullanacağı hemen her malzemeyi kendisinin yapmak durumunda olması. Bunun en güzel örneklerinden biri de telkari sanatında görülür. Telkaride kullanacağı telleri kendi atölyesinde ham madenden eriterek elde eden bir sanatçı düşünün… Kuşoğlu telkari yapımının aşamalarını neredeyse sayfalara sığdıramıyor. Sanatın bir diğer adı belki de kılı kırk yarmak olabilir.

 

 

Kökeni Mezopotamya’ya kadar uzanan ve zarafetiyle özellikle takılarda kadınların aklını alan telkarinin merkezinin bugün özellikle Mardin Midyat bölgesi olduğunu da belirteyim. “Osmanlı Medeniyetinde 33 Kadim Sanat”ta hepsi ve çok daha fazlası var. Tarih ve sanatın temel meselesi üzerinde daha çok düşünmek için…

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.