Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Şiir


Şiir / Behçet Necatigil

Dönme Dolap




Toplam oy: 821

Nerden niçin mi geldim
Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?
Hem hiç önemli değil
Geldim, yer açtılar, oturdum
Girip çıkanlar vardı
Zaten ben geldiğimde.

Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi
Doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi
Sonra da kimileri düşünceli, durgundu
Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
Zaten ben geldiğimde.

Bir lunapark mı bir konser bir gösteri
Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti.
Bak dediler baktım pek bir şey göremedim
Hem her yer karanlıktı
Zaten ben geldiğimde.

Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde
Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
Zaten ben geldiğimde.



  Mahmut Temizyürek

Behçet Necatigil (16 Nisan 1916 Atikali. - 13 Aralık 1979 Beşiktaş): Şiirle biraz olsun ilgisi olanın Necatigil’i bilmemesi, bilenin de unutması olanaksızdır. Onu 30 yıl önce yitirdiğimiz bu ayda “Dönme Dolap” şiiriyle anmak istedik. Dünyaya gelişiyle birlikte başlayan azabını dile getirdiği şiirlerinden biriyle. Tek sözcükle, azap duygusunun şairiydi Necatigil. Hilmi Yavuz’un deyişiyle, bir varoluş azabıydı bu... İlk şiirinin ilk dizesi Yaşamak azaptır çok zaman diye başlamamış mıydı? Dünyaya değişik türden bir irade ile direndi. Değişmezin, değiştirilemezin zulmüne, erdem değerinde bir tevekkül ile, bir olgunluk bilinciyle direnmişti. Ölü Çizgi şiiri, şöyle başlar: “Bir zehir/ Birikir odalarda,/ Almaz ki veresin rüzgâra/ Rüzgâr deli değil. // Birden yayılır kanda/Kararır dört yan./ Bir çöküntü başlar yaşamında/ Her şeyin değersizleştiği an”. // “Ölü çizgileri dünyanın/ Biz sizin esiriniz/ İster bırakın,/ öldürün isterseniz.”

Sonuçta yetişme, eğitim şartları ve bilinçaltı önyargılarımızın tutsağı insanlarız, derdi Necatigil. Bu durum, insanoluş kaderiydi şaire göre; kozmik ya da ebedi bir kader. Bu kaderin üstüne çok çiğ bir çağ yağmıştır kendi zamanında; ve o çağın insana yabancı dünyasına hapsolmuştur kendisi ve günümüz insanı.

Şiirini, sanki öznelmiş gibi algılanabilecek birinci tekil kişi “ben” üzerinde kurmuş olması, çoğunlukla yanıltıcıdır. Bu yanılsamadan kendini de okurunu da kurtarmak için, “ben”ini ötekileştirir Necatigil. Bu niyetle bulduğu terim, yazılarında dile getirdiği “Buben”dir.  Buben, “sen”dir ve aslında “herkes”tir, ama asla “o” değil. Belirgin bir bilinç işler şiirinde, insana, yaşama, şeylere, evlere, sokaklara dair o mutsuz bilinç. Mutsuzluğunu sorunsallaştırmaz; tevekkül duygusuyla işler bu bilinç. Necatigil, açık bir dil yerine ima dilini, sezdirme dilini kullanarak iletmeyi yeğler. Açık dilli bir gerçek de çiğ çağ belirtisidir ona göre, hiç olmazsa nezaket dilini önerir. Türkçenin güçlü bir sezdirme dili oluşunu şiir için bir olanak saymış, sezdirme dilinin güçlü örneklerini yazmıştır. “Ben”, çoklukla sezdirme dilinin bir aracı olarak iş görür. Çünkü “o” uzaklığında olmayacak kadar yakın “sen”i de içeren “herkes”i kuşatmaktadır önerdiği buben. “Her ben benliğini senle anlar” diyordu.

“Nasıl yaşadığımızı farkettiğimiz ölçüde yaşamanın şiirini yazıyoruz” diyen Necatigil, kendiliğini bir Zebra oluş durumuna benzetmişti. “Zebra!/ Bir sirkten ötekine gez/ Dirilirim,-- diriniz.” Dirimi de yaşamı da bu kendilik içinde görür. Nilüfer şiiri, kendilik algısının yitikliğini de ima eden bir özelliktedir (“Beni bana gösterecek aynamdı, almışlar”). İradeyle seçmediği, içine doğduğu yabancılığa rıza göstererek, kabullenerek yaşamaktır bu; yabancılığını, zebra oluşunu unutmadan, unutamadan...

Necatigil, dünyada olmaya hapsolmuşluğunu duyumsayan insanı yazdı. Varolan gerçeğin içinde kalakalmış olmaktı hapisanesi. Buradan çıkamayışın aczini ve yabancılığını duyumsamak; bu duyuşu yazmaktı tüm eylemi... “Yaşamak, bir ortamın çaresiz tutsağı olmaktır” diyen Ortega y Gasset gibi düşündü. O halde: “Birey, kendisini çeviren, kendisini belirli bir yaşamaya bağlayan, mecbur ve mahkum eden olay, ilişki ve eşyalarla var olabildiğine göre, önce kendi şartlarını, kendi hallerini delil getirir, getirmelidir” der.

Necatigil içekapanışının (kendi hapisanesinin) mekanına “ev” demişti. O ev’e, bilerek, başka seçenek aramaksızın, iradeyle kapandığını apaçık dile getirdi. “Ben mum alevinde pervane gibi hep aynı odakta yazdım şiirlerimi: Ev ve her günkü yaşamalar. Rilke’nin panteri gibi aynı parmaklıklar içinde... Eşyalar ve yaşantılar bende temel, esas, çekirdek niteliğine daraldılar. Bu eşya ve yaşantıların imge süslemelerinden yana yoksullukları, kendilerini en doğal biçimde, yalın halleriyle gösterebilmeleri içindi. Ev, eşya ve başka şeyler, hem gerçek hem de ruhsal oluşum imgeleri için malzemelerdi. “Şiirlere bir insan evlerden bir şey katmadan / nasıl girer şaşıyorum” diyecektir. Yaşamını bir içekapanış, şiirini de bir içdeney olarak yaşayan şair için ev, bu deneyimin laboratuarı olmuştur. Necatigil’in dizeleri, sözcükleri, hem kendisidir hem de başka bir şeyin mecazı, eğretilemesi. Belki o yüzden bilinmezlikler ve tuzaklarla doludur ev içi. “Bilinmez başağrıları”nın mekanıdır ev, bir ruhsal durum ya da ruhsal oluşum mekanıdır ve Necatigil “şiiri onda buldum” diyecektir. Adı bir gün verilecekse, “evlere—ilerde”; o evler de kalmayacağına göre, “boşlukta şiirlere verilir.” Süreç: Yaşam-ev-şiir... “Ani uyanmalar” dediği, gündelik hayatının tekdüze örüntüsü içinde parıldayan, şeylere en doğal görünümü kazandıran imgelere verilsin ister, Necatigil adı. O, kendi içinde olmayan şiiri başka yerde aramanın boşunalığına inanmıştır. Şiir onu bu dünya için ideal gerçek kılan tek şeydir. Hilmi Yavuz’un “odası dünyadan büyük” deyişini, bir kez daha anmak gerekir. Necatigil,  orta halli,  sık sık geçim derdi yaşayan, hastası eksik olmayan bir eve değil de, bir şatoya da kapatılsa aynı şiiri yazar mıydı? Sorunun saçmalığı bir yana, şatoda da olsa şiirinin değişmeyeceğine dair nedeni açıklanmasa da kesin bir kanı uyandırmaktadır şiirlerin tümü. (Bir şiir ucu şöyledir: “Fakirdi, zengin etmek istediler, zenginim dedi”) Kaynağını evden ya da başka bir yerden saymayan içerlek bir acıdır onun yazdığı acı. “Körükler cılız olmak/ Evlerin hiddetini/ Evlerle savaşımız savaşların çetini.” diye başlayan Evlerle Savaş şiirinde olduğu gibi, dünya karşısında cılız oluşun acısını yaşamak ve o yaşantıyı şiire dönüştürmek için somut olgular birer bahanedir. Bu savaştaki zorluklara, dayatmalara dünyada olma uğruna tevekkülle katlanan kötümser ve teslimiyetçi birey, sözcüklerinin çok katmanlı değerleriyle, birbirleri karşısında azami bir ölçü ve hassas dengeyle, hepsinin estetik gücüyle varlığını çizer dünyaya. Aczin estetiğidir çizilen.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şiir Yazıları

 

Riitta Cankoçak

bilmece

 

kadın derin bir devlettir

atlarla gider

yosunlarla döner her gece.

CÜMLE HAYAT

Soner Demirbaş

 


Yem olmamak için azgın fırtınaya, sığınmıştım bir ardıcın kovuğuna

 

Gonca Özmen

 

BÖLÜNMELER

 

Kusura, vardım 

Benimdir dedim bu eski söz

 

Kime açıldıysa kapılar 

Kapananı benim dedim

 

Beni bir avuntudan oldurmuşlar 

De ki sıkıntının içini oymuşlar 

Böyle böyle sezdim dilin de sabrı var 


Buyur, karıştır çekmecemi,

sana yazdığım şiiri bul.


Atmakta üstüne yok; hay hay,

fırlat yere, onca kelimeyi.


Sina gelir, süpürür.


***


Seni salıncağa..  

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.