Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Murat Uyurkulak'la sıradan insanların sıra dışı hikâyeleri


Murat Uyurkulak'la sıradan insanların sıra dışı hikâyeleri



Ferhat Uludere

 

 

Önce değeri bilinmemiş kitaplara hak ettiği değeri vermek isteyen bir kahramanın peşine takılıyoruz. Bir okur olarak yapıyoruz bunu. Bizi bu maceraya sürükleyen de öncelikle bir okur olduğunu söylüyor zaten. Güzel bir kitap okumayı dünyanın en büyük hazzı olarak gören birinin hikâyesini dolaşıyoruz. Onunla birlikte adım adım… Ve çok iyi biliyoruz: Sadece iyi bir okurun değeri bilinmemiş kitapların hesabını sormaya hakkı vardır… Ardından geç kaldığımız bir cenaze için kurulan rakı sofrasına oturuyoruz. İçtikçe içesimiz geliyor. İçtikçe açılıyoruz ve içtikçe hikâyeler anlatıyor Murat Uyurkulak. Bazılarını arkadaşlarıyla birlikte uydurmuş, bazıları kendi başından geçiyor, okuduğu kitaplardan, dinlediği müziklerden, taksi şoförlerinden, oradan buradan duyduklarını anlatıyor bize. Bunu öyle güzel yapıyor ki, susmasın istiyoruz. Dinledikçe dinlemek; okudukça okumak istiyoruz. Bir dervişle birlikte uzun ve sarsıcı bir yolculuğa çıkıyor; kırmızı renkten korkup pembeden tiksiniyoruz. Ama tüm bunları yaparken ve düşlerken Murat Uyurkulak’ın anlattıklarının etkisi bir an bile gitmiyor üzerimizden. Zaten gitmesini kimse de istemiyor.



Roman bekliyorduk ondan; Tol ve Har'dan sonra en az onlar kadar sert, onlar kadar ironik ve onlar kadar okunası bir roman… Birkaç yerde yazdığını da söylemişti, ne zaman biteceği konusunda garanti vermese de hayat gailesini bir yana bırakıp yazıyordu. Uyurkulak, tüm bu roman beklentilerini bir kenara koyup hikâyelerini attı önümüze; her biri Murat Uyurkulak ruhuyla demlenmiş, her biri Uyurkulak’ın imbiğinden damıtılmış dokuz tane hikâyeyi… Üç tanesini zihin ortaklığı yaptığı üç yazarla birlikte kaleme alıyor. “Kurtuluş On iki” Ulaş Gürpınar'la yazılıyor, “Derviş” Ersan Üldes ile “Kuş Yuvası” ise Aslı Ilgın Kopuz ile birlikte…



Metis Yayınları tarafından yayımlanan Bazuka sıradan ve sahici insanları anlatıyor, onların sıradışı yaşamlarının altını çiziyor. Uyurkulak her şeyin ironisini yapıyor yine… Derviş’in yolculuğuyla kapitalizmin nasıl bir şey olduğuna dair fikirler yürütüyor. Onu sorguluyor ve yerden yere vuruyor. Ticaretin vahşetini, ikiyüzlü dindarlarla birleştiriyor. Kanlı bir tarihin hesabını vicdan azabı çeken bir ihtiyarla özleştiriyor. En ciddi meseleleri anlatırken bile eğlenceyi elden bırakmıyor Uyurkulak. Okuru hiç sıkmadan tüm bir hayatın özetini çıkarıyor Bazuka'da…




İki tane önemli romanın ardından bu kitabın okurdaki beklentiyi karşılayabileceğinizi düşünüyor musunuz? 



Edebiyatın sırtına herhangi bir şahsi beklenti yüklemediğim için okurların benden beklentisinin ne olabileceğini de hesap etmiyorum. Bunun yazarken özgürleştiren bir ilişki şekli olduğunu düşünüyorum. Bir kitap çok beğenilebilir, sevinirim, ama üzerine bir anlam bina etmem, keza hiç beğenilmeyebilir, o zaman da üzülürüm, ama yine bir yere kadar… Yazmak benim için amatörce bir faaliyet olduğunda heyecan verici. Profesyonel yazarlığın maddi-manevi beklentiler üreten, hesap-kitap yaptıran cenderesine girmek istemem… 

 


Bu, vaktiyle fanzinlerde var olmanın, onlarla nefes almanın yarattığı bir duygu olsa gerek…

 


İki fanzin çıkardım İzmir’de yaşarken. Birinin adı Pero’ydu, kalem anlamına geliyor. İki sayı çıkardım. Diğeri "Sardunyalar" ve "Kaplumbağalar". O da üç sayı çıktı. Fanzin çıkarırken hissettiğim özgürlük duygusunu başka hiçbir yerde bulamadım. Kafamıza göre takılıyorduk, sıfır hesap kitap, bol itiraz, bol küfür, bol aşk… Gençliğin ve gençlikten kaynaklı heyecanın etkisi de vardı elbet. Sonra kartlaştım, ağır mesailerle, ayın sonunu getirme derdiyle, oraya buraya yetişme gayretiyle aptallaştım.   

 

 

Önceki iki kitabı da bir araya koyarsak sanırım, bu kitap fanzin ruhunu ve belki de onun anarşizmini daha da hissettiriyor. Ortak çalışmalar vs…

 



Roman ağır, çoğu zaman sancılı ve ıstıraplı bir mesai. Hikâye ise öyle olmadı benim için. Evet, hikâyeleri yalnız veya ortak yazarken rahatlık, özgürlük ve eğlence hissini hatırladım. Okuyana da öyle hissettirmesi mümkündür o yüzden. Ve o yüzden bazı okuyucular Tol ve Har’daki ağırlığı, sıkılığı, sertliği bulamayabilir. Her zaman yaşasın fanzin!  

 

 

Bu ortak hikâyeler aklıma Borges ve Adolfo Bioy Caseres ortaklığını anımsatıyor. Borges bu ortaklığı ikimizin kalemi de bir oldu, sonra okuduğumda hangi kısmı ben hangi kısmı o yazdı hatırlamıyorum diye özetliyordu. Siz bu birliktelikleri nasıl yorumluyorsunuz?

 



Üç hikâyeyi arkadaşlarımla ortaklaşa yazdım. Sadece edebiyatta değil, hayatta da ortaklığı, dayanışmayı, bir şeyleri el ele, birlikte kotarmayı, beraber yola çıkmayı önemsiyorum. Asla tek başına yürümeyeceksin, diyorlar ya, o misal. Hikâyeler gündeme geldiğinde hiç tereddüt etmeden Ersan’a, Ulaş’a, Ilgın’a birlikte yazmayı önerdim, sağolsunlar geri çevirmediler. Yazma süreci zevkliydi, sanırım sonuçlar da fena olmadı.

 

 

Peki, yazarken nasıl bir yol izlediniz?

 

 

Derviş’i, Ersan Üldes’le paragraflar halinde yazdık. Bir paragraf o bir paragraf ben. Hikâye dikkatli okunursa belki fark edilebilir. Zira, Ersan’ın paragrafları derinliği ve zekasıyla öne çıkıyor, benimkiler ise biraz nal topluyor. Kuş Yuvası’nda Aslı Ilgın fikri verdi, daha sonra başına oturup birlikte yazmaya çalıştık. Kurtuluş On İki’de ise Ulaş’ın yazdıkları ile benim yazdıklarımı önce birleştirdik, sonra ben tekrar üzerinden geçip bir bütünlük kazandırmaya çalıştım.  

 

 

En rahat çalıştığınız yazar kimdi?

 

 

Üçüyle de rahat çalıştım, üçü de iyi dostum.

 

 

Bazı öyküler de okuduklarınızdan esinlenerek, onların dilinde, onlara benzer yazılmış hikâyeler… Bu hikâyelerin nereleri size bir hareket noktası sağlıyor?

 

 

İki hikâyeyi nazire olarak yazdım. Bunlara aslında bir yazarın değil, bir okurun hikâyeleri diyebiliriz. Bir kitabı okuyup çok seven, heyecan duyan okurun, kitabın yazarına bir nevi teşekkürü.

 

 

Bazuka’nın sanırım en özel ismi Reha Mağden… İçki arkadaşı, sohbet arkadaşı Reha Mağden ve onun yitikliği özellikle iki öyküye fazlasıyla sirayet ediyor… Bir de tabii ki bu hikâyeler içinde insan Murat Uyurkulak’ı arıyor…

 

 

İlk hikâyede, yani "Tutkular Kitaplığı"nda bir an görünüp kayboluyorum aslında. Odaya giren, polise kötü kötü bakan kıvırcık sakallı ızbandut benim. Reha Mağden çok mühim biriydi benim için. Hep söylerim: Geç buldum, çabuk kaybettim. Çok renkli, cazibeli, nevi şahsına münhasır bir adamdı. Dürüst ve öfkeliydi, belki o yüzden erken gitmeyi tercih etti. Hikâyeleri mutlaka okunmalı, muazzam bir yazardır.

 

 

Kıymeti bilinmemiş edebiyatçılar için “seri” çaba harcayan bir kahraman yaratmış birine, kıymeti bilinmeyen edebiyatçıların ismini sormak farz oldu artık.

 

 

Hikâyede aslında başka bir tarafından tuttum ben bu meselenin. Zira bence iyi edebiyatçıların kıymeti er geç bilinir, asıl mevzu o kıymeti erken bilen okurun huzursuzluğudur. Dünyanın incelikleri anlayamayan, kıymet bilmeyen, çoğunlukla kaba ve gelip geçici olanı öne çıkaran pervasızlığı ve duyarsızlığına duyduğu öfkedir. Edebiyata düşkünlük sıkıntılı bir hassasiyet ve incelme hasıl ediyor, günlük hayatla uyumsuzluğu kışkırtabiliyor, okumak bir yanıyla tehlikelidir o yüzden.   

 


Bu tehlike kitapta “Okumak hem bir hayat başarısızlığının, ki unutmayın okumak mağlupların işidir, hem de derin bir yalnızlık hissinin sebebi olup çıkmıştır” sözleriyle yer alıyor değil mi?

 

 

Öyle denebilir. Okumak yalnız başına, hayatın kabalığından, adaletsizliğinden, bir tür daimi mağlubiyet hissinden duyulan huzursuzluk eşliğinde yapılan bir faaliyettir. Hep söylerim: Dünyada iyi bir kitap okumak kadar zevk veren pek az şey var. Ben bir yazardan önce bir okur olmaktan mutluyum. Gogol, Dostoyevski, Tanpınar, Yaşar Kemal, Marquez, Oğuz Atay, Turgut Uyar, Ece Ayhan vs. olmasaydı halimiz nice olurdu?      

 


Derviş’in gezisi bizi öylesine bir yolculuğa çıkarıyor ki, bildiğimiz yerleri unutarak, alıştığımız zamanı hiç yaşamamış sayarak ilerliyoruz… Ve tabii ki netice bir hayal kırıklığı… Uyurkulak ve Üldes’in kaleminden çıkan bu hikâyede dervişin yabancılaşmasını kim yaşıyordu?

 

 

Manevi derinliğe sahip, ilahi olanla alışveriş halindeki mutedil bir maziye bu kadar anlam ve önem atfedip bugünü öyle kılmak için zerre kadar gayret gösterilmemesi büyük sahtekarlık. Sabah ticaretin en vahşisini, mesainin en sertini ifa edip akşam camide mırıl mırıl dua edenlerle veya meyhanede çakırkeyf gözlerle uzaklara dalıp ‘dönülmez akşamın ufkundayız’ı icra edenlerle dolu ortalık. Derviş’in kısa seyahati bu şizofrenik durumu ifade etme çabası biraz.   

 

 

Pembe ve Kırmızı… Skalanın birbirine yakın duran renkleri ve aynı renkler tutkulu ve takıntılı iki insanın kabusu oluyor…

 

 

Pembe, erkekler pembe kapaklı kitap okuyamıyor diye tekrar kapak basanlara ve bunu kabul edebilen yazarına yazıldı. Kırmızı ise kanla alakalı bir hikâye. Vaktiyle çok kan dökmüş, kötülük yapmış, fakat bununla yaşayamayan, vicdanında bitmek bilmez bir muhasebeyle baş başa kalan insanlar için yazıldı.     

 

 

Bazuka oldukça renkli ve oldukça da ironik bir kitap, fırsat buldukça yaşamla, siyasetle, insanlık halleriyle alay ediyor, eğleniyorsunuz…

 

 

Ben sadece bize bu hayatı zindan eden, tabiatı açgözlülükle talan eden, acının, yoksulluğun, perişanlığın, suçluluk duygusunun ne olduğunu bilmeyen alçak muktedirlerle, aşağılık zenginlerle alay etmek isterim. Benim için mesele basittir: Ya sınırları sınıfları kaldırıp insanlığın, hayvanatın, tabiatın hakiki ihtiyaçları doğrultusunda bir hayat kuracağız ya da gözleri daha fazla kazanmaktan, daha fazla güç elde etmekten başka bir şey görmeyen bu tipler yüzünden dünya yok olacak.   

 

 

Bu kitabın peşine bir roman takılacağını da düşünmüyor değil insan…

 

 

Bir roman yazıyorum. Ne zaman tamamlanır bilmiyorum. Ama epey ilerledim. İlk sorunun cevabıyla çelişkili görünecek olabilir, ama şunu eklemek isterim: Sanırım Bazuka’yı yayınlamakta yeni yazdığım kitabın stresini bir nebze azaltma niyeti de var. Zira kendi kendini kuyruğundan yiyen yılana dönüştü biraz, yazıp siliyorum, mehteran gibi iki adım ileri bir adım geri, uçtuğum yerden inmekte zorlanıyorum. Hikâyeleri bir çeşit dünyaya inme, doğallaşma, bazı okuyuculardan biraz fırça yiyip titreyip kendine gelme imkanı gibi gördüm belki. Kusursuzluk diye bir şey olmadığını, fani ve başarısız bir yazar olduğumu hatırlamak istedim.      

 

 

Ettore Scola'yı neden seviyorsun?

 

Hikâyedeki gibi cevap vereyim: Tuhaf bir soru. Bilmiyorum…




Toplam oy: 799

Yorumlar

Yorum Gönder


Merhaba!

İlginiz için teşekkürler. Kısa süre sonra, görüntülü röportajlar kadar ilginç bir projeyle karşınızda olacağız.

 

Sevgiler,

 

Elif

29%
71%

Videolu röportajlara ne oldu?
Sabitfikir'in alametifarikası videolu söyleşilerdir. geri istiyoruz onları

36%
64%

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.