Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap


Truman Capote ile söyleşi: Hiç huzurlu bir anım olmadı


Tiffany'de Kahvaltı, Soğukkanlılıkla gibi eserleri beyazperdeye uyarlanan ABD'li yazar Truman Capote'nin Paris Review'da yayınlanan söyleşisi:

 

“Hiç huzurlu anım olmadı”

 

 

Yazmaya ne zaman başladınız?

 

Mobile yakınlarında yaşayan, 10-11 yaşlarında bir çocukken başladım. Cumartesi günleri dişçiye gitmek için şehre inmek zorundaydım. Bir gün Mobile Press Register tarafından düzenlenen Sunshine Club'a katıldım.

 

 

 

 

 

 

 

Çocuklar için yazma ve boyama yarışmalarının düzenlendiği bir sayfa vardı ve her cumartesi ücretsiz Nehi* ve Coca-Cola partisi veriyorlardı. Kısa öykü yarışmasının ödülü bir midilli ya da köpekti sanırım, tam hatırlamıyorum ama şiddetle istiyordum. Aramızın iyi olmadığı komşulardan bazılarını aktivitelerden haberdar ettim, sonra Old Mr. Busybody adında bir çeşit roman à clef (gerçek kişi ve olayların kurgu gibi gösterildiği roman türü) yazdım ve bununla yarışmaya katıldım. İlk bölümü dergide bir Pazar günü gerçek adımla (Truman Streckfus Persons) yayınlandı. Bir gün birisi öykü adı altında yerel bir skandalı yazdığımı farketti ve yazımın ikinci bölümü yayınlanmadı. Doğal olarak hiçbir şey kazanamadım.

 




 

(Nehi: “nihay” diye okunuyor. Amerika'da 1924'te piyasaya sürülen bir meşrubat markası.)

 

 

 

Yazar olmak istediğinizden emin miydiniz?
   

Yazar olmak istiyordum, bunu biliyordum ama 15 yaşıma kadar yazar olup olamayacağımdan emin değildim. Sonra, utanmadan üç ayda bir çıkan edebiyat dergilerine öyküler göndermeye başladım. Tabi ki hiçbir yazar eserinin ilk kabul edilişini unutamaz; 17 yaşındaydım, iyi günümdeymişim demek ki, aynı sabah içinde birinci, ikinci ve hatta üçüncü mektup geldi. O anki heyecanımı tek bir cümleyle anlatamam size!

 

 

 

 

İlk önce ne yazdınız?
   

Kısa öyküler. Ve değişmeyen bir tutkuyla hala bu türle uğraşıyorum. Ciddi ciddi incelediğimizde, bence mevcut yazı türlerinin içinde öykü en zor ve en disiplinli olanı. Bu alandaki başarımı kontrole ve tekniğe borçluyum.

 

 


“Kontrol” derken neyi kastediyorsunuz?

 

Kastettiğim, elinizdeki asıl malzemeyi koruyarak, biçemsel ve duygusal yanınızın galip gelmesi, üstün olması. Çok değerli olan bir öykü, çöpe gidebilir. Bir cümledeki sorunlu bir ritim yüzünden öykü harap olabilir. Özellikle de öykünün sonlarına doğruysa, bir paragraf hatta bir noktalama işareti bile gidişatı bozabilir. Henry James, noktalı virgülün üstadıydı. Hemingway, birinci sınıf bir paragraf ustasıydı. Virginia Woolf'un da yazdıkları kulağa kötü gelmiyordu. Bunları uygulamakta ben çok başarılıyım demiyorum, vaaz vermek istemem, sadece uygulamaya çalışıyorum, hepsi bu.

 

 

 

 

 

Yazının kendine has perspektif kuralları, ışığı ve gölgesi var

 

 

 

 

Kısa öykü yazma tekniği nasıl elde edilir?

Her öykü kendi teknik problemlerini gösterir zaten. Kimse iki kere iki dört eder diye genelleyemez bunları. Öykülerinizin doğru formunu bulabilmek için, anlatımınızı mümkün olduğunca doğal bir yolla basitleştirin. Bir yazarın, yazdıklarının doğal olup olmadığını test etmesi için yapması gereken de şu: okuduktan sonra, onu farklı hayal edebiliyor musun, ya da öykü senin hayalinin sessizliği mi ve sonu mutlak mı görünüyor? Mesela finalde 'portakal' varsa. Portakal doğal bir şey olduğu için finali doğru yapar. 

 

 

Kısa öykü yazmak isteyenlerin tekniklerini geliştirmek için kullanabilecekleri bir araç var mı?

Benim bildiğim tek araç; çalışmak. Tıpkı resim ya da müzik gibi, yazmanın da kendine has perspektif kuralları var, ışığı ve gölgesi var. Eğer bunları bilerek doğduysanız, iyi. Eğer yoksa, öğrenin. Sonra kuralları kendinize uyacak şekilde düzenlersiniz. En kural tanımaz yazar Joyce bile, harika bir zanaatkardı; Ulysses'ı yazabildi çünkü Dublinliler'i yazabildi. Çoğu yazar kısa öyküleri parmak egzersizi olarak görüyor. Evet, böyle durumlarda sadece parmakları egzersiz yapıyor demektir.

 

 

 

 

 

 

Uzun zaman önce yazdıklarınızı şimdi yazdıklarınız kadar beğeniyor musunuz?

 

Evet. Örneğin, sekiz yıl önce yazdığım Başka Sesler Başka Odalar'ı basıldığı günden beri ilk kez geçen yaz okudum ve bir yabancının yazdığı bir şeyi okuyormuşum gibi hissettim. O kitabı yazan benle şimdiki ben arasında çok az ortak yan var. Kafa yapımız, içsel hararetimiz tamamıyla farklı. Bu tersdüşüme rağmen, muhteşem bir yoğunluk, gerçek bir gerilim var. İyi ki öyleyken yazmışım bu kitabı, yoksa hiç yazılmamış olurdu. Çimen Türküsü'nü de seviyorum, “Miriam” dışındaki bazı kısa öykülerimi de seviyorum. İyi bir hünermiş ancak daha fazlası değil. 

 

 

 

 

 

En iyi öykülerinizi ya da kitaplarınızı, nispeten huzurlu bir anda mı yazdınız, yoksa duygusal stres altındayken mi?

 

 

Ara sıra Nembutal kullanıyordum, hiç huzurlu bir anımın olmadığını hissediyordum. Ama düşününce, iki yıl boyunca Sicilya'da bir dağın tepesinde, çok romantik bir evde yaşadım, o döneme huzurlu diyebiliriz. Orası Çimen Türküsü'nü yazdığım yer. Yine de bir nebze stresin zamanlamayı tutturmak için önemli olduğunu da söylemeliyim.

 

 

 

 

 

 

 

Gelecek için belirli fikirleriniz, projeleriniz var mı?
Evet, var zannediyorum. Bu zamana kadar bana kolay gelen şeyleri yazdım. Başka şeyler denemek istiyorum, abartılı bir şeyler. Aklımdakileri ve renkleri daha çok kullanmak istiyorum. Hemingway bir keresinde, kimse ilk seferde bir roman yazamaz, demişti. Şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyorum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: Paris Review

 

Çeviren: Ceren Kavak

 

 

 



Vasat
Toplam oy: 1164

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.