Dosya Arşivi

Dosya // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
İnsan neyle doluysa onunla bakıyor hayata. Ne eksik ne de fazla. Şiir bu bakıştaki asaletin, derinliğin, çelişkilerin, hüzünlerin bir toplamını verir bize. Şiirle bakmaz insan, baktığı dünyanın içindeki şiiri görür. Görmekle bakmak arasındaki o malum sarkaç bize ilk elde bunu öğretir: İnsanın insana uzaklığı.

//php print_r ($fields); ?>
Modern İran edebiyatını, sanırım bir kısım özel ilgili okur haricinde pek tanımıyoruz. Öykü ve romanda Sâdık Hidâyet, şiirde Furuğ Ferruhzad dışında bir isim verebilmek pek de kolay değil.

//php print_r ($fields); ?>
Yerlilik sorunu derken siyasi bir kavrama atıf yapmıyorum. Edebiyatın doğduğu, beslendiği dille ilişkisine dikkat çekmek istiyorum. Dil, bir ortam olarak insanı sarıp sarmalar; insan için dilin-dışarısı yoktur. Var olanlarla ilişkisini dil sayesinde belirler; onları tanır, isimlendirir. İsimler, aynı zamanda insanın şeylerle olan ilişkisini tayin eder.

//php print_r ($fields); ?>
Jeff Vandermeer’ın Southern Reach üçlemesinin Türkçeye çevrilmesi ve ardından bu serinin ilk kitabı Yok Oluş’un (Annihilation) sinemaya uyarlanmasıyla, tartışmalarımızı China Miéville’in eserleriyle kısıtladığımız bir türün, “yeni tuhafkurgu”nun Türkçedek

//php print_r ($fields); ?>
Edebiyat, salt bize görmediklerimizi göstermeye yarayan bir araç değildir. Ya da göremediklerimizin altını çizen, tek boyutlu kalınca bir çizgi... Çoğu zaman edebi eser, bize iki-üç cümleyle anlatıp geçtiğimiz her ne varsa şu hayatta, aslında daha daha fazlasının olduğunu hatırlatır: Sesi kısık olayların, durumların, ayrıntıların, şeylerin pek de öyle olmadığını serer gözlerimizin önüne.

//php print_r ($fields); ?>
Yerli ya da yabancı, eğer bir turist olarak gelmişseniz İstanbul’a, bu şehre dair ilk izlenimlerinizi edineceğiniz yer büyük bir ihtimalle Sultanahmet olacaktır. Bir şekilde aldığınız tavsiyeler, muhakkak, ilk durak olarak Sultanahmet ve yakın çevresini işaret etmiştir.

//php print_r ($fields); ?>
Yazar, şair, fotoğrafçı, akademisyen, koleksiyoner... Merkezde her daim fotoğraf yer almasına karşın, “çok kimlikli” bir isim Merih Akoğul. Çeşitli yayınlarda fotoğraf kuramı, plastik sanatlar ve müzik üzerine yazılarını da okuduğumuz bir eleştirmen aynı zamanda örneğin.

//php print_r ($fields); ?>
Herhangi bir romanın yazarının zihnindeki yaratım sürecini inceleyecek olsak elbet bir seviyede otobiyografik unsurlara rastlarız. Ancak çoğu standartlara göre, bir romanın otobiyografik sayılabilmesi için yazardan uyarlanan bir başkahramana sahip olması veya yazarın hayatındaki bir olay örgüsünün romanın omurgasına oturması beklenir.

//php print_r ($fields); ?>
“Annemin ölümü beni en vahşi halim olan kişiliğimle tanıştırdı. Beni ihtiyacım olan bir şeyden mahrum bıraktı. Annem hayatımın köküydü. Sonra birden yok oldu.” Cheryl Strayed, Yaban adlı biyografik eserinde anlattığı 1800 kilometrelik yabani yolculuğuna atılmadan önceki halini, bu şekilde dile getiriyordu. Annesiyle derin, oldukça yakın bir ilişkisi vardı.

//php print_r ($fields); ?>
Amin Maalouf, Türkiye’de çok az yazara nasip olabilecek bir sevgi halesiyle sarmalanmış bir yazar. Her kitabı sadece çok okunmakla kalmıyor aynı zamanda edebi çevrelerde tartışılmaya değer görülüyor. Hatta edebi çevrelerin dışına çıkıp düşünce dünyasına da ilham veriyor. Eleştiriler de ardından geliyor tabii ki.
