Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Felsefe

Felsefe

İHANETE UĞRAYAN DEVRİM: Lev Davidoviç Trotskiy



Toplam oy: 671
Lev Davidoviç Troçki (Leon Trotskiy)
Alef Yayınevi

“Sovyetler, kitlelerin desteğine ve dünya devrimi perspektifine sahip olduğu sürece, deneylerden, araştırmalardan, farklı ekollerin birbirleriyle çarpışmalarından korku duymadı, çünkü kültürde yeni bir evrenin ancak bu yolla hazırlanabileceğini biliyordu. Halk yığınları hala tüm dokularıyla çalkantı içindeydiler; bin yıldır ilk kez sesli düşünüyorlardı; sanatta en genç ve nitelikli güçler hızla gelişmişti. Sosyalist yasaların en değerli örnekleri ve devrimci edebiyatın en iyi ürünleri umut ve cesaret dolu bu ilk yıllarda verildi. Teknik olanaklardan yoksun olunmasına karşın, dünyayı yepyeni ve yoğun gerçeklikleriyle hayrete düşüren o fevkalade Sovyet filmleri de bu döneme aittir” (Trotskiy)


Ve sonra çok şey değişti...

Trotskiy’e göre proleter bir devrim bürokrasinin ayakları altında çiğneniyordu ve Sovyet Thermidor’unun oluşması Lenin’in “devletin hizmetkârlarının devletin efendilerine dönüşebileceği uyarısını unutan bir devlet yapısının bürokrasinin zırhlı vagonunun baştaki devrim vagonunu devirmesiyle” ortaya çıktı. Bu noktada Trotskiy’nin baş düşmanı Stalin aslında kendinde kötü bir karakter değildi; “eski bir Bolşeviğin prestiji, iradesi güçlü bir kişilik, gelişkin olmayan bir düşünce sistemi ve kişisel etkinliğinin yegâne kaynağı olarak siyasal mekanizmayla koparılmaz bağlar. Elde ettiği başarılar, başlangıçta kendisi için bile şaşırtıcı oldu. Kendi iç meselelerinde güvenilir bir hakeme gereksinim duyan ve kitle gibi benzeri eski ilkelerden kurtulmanın yollarını arayan yeni bir yönetici tabakasının toplu onayıydı ona sunulan.” Bu yeni yönetici tabakası eğitimden kültüre, üretim oranlarından tarım alanındaki kooperatiflere kadar her şey konusunda tek söz sahibiydi: partinin yetkili organları onlar tarafından belirlenirdi, gazetelerin hangi haberi yapacağı ve sosyalizme ya da komünizme geçilip geçilmediği bile onların dudaklarının arasından çıkacak ifadelere bağlı hale gelmişti. Oysa o zamanki yapının “sosyalist olup olmadığı sorusu bürokrasinin safsatalarıyla değil, kitlelerin, yani sanayi işçilerinin ve kolhozlardaki köylülerin ona karşı alacakları tavırla, karara bağlı olacaktır.”

Trotskiy genellikle Sovyet Bürokrasisi’nin ve Stalin’in köklü bir eleştirmeni olarak bilinir ve Türkiye’deki tartışmalar da, bu konudaki nitelikli düşün adamlarına karşın, çok da bilgisel olmayan argümanlarla bir karşı karşıya koymadan ibarettir. Oysa Trotskiy’nin tartışma uzamında Stalin ve bürokrasi bir sonuç olarak ortaya çıkar; esas zemin ise dünya devriminden vazgeçen bir Sovyetler ile onun tek ülkede sosyalizm savlarının materyalist bir eleştirisi aracılığıyla kurulur. “Engels’in beklentisinin tersine, işçi devleti giderek uykuya yatan bir devlet değil, tam tersine artan ölçüde uyanık bir devlet olmuştur” ifadesinde devletin sönümlendiği bir kuramsal zemine dayanan Sovyetler’in bir devlet aygıtına dönüşerek çökeceği öngörüsünü 1935’lerde dillendiren Trotskiy yeniden bir devrim istemektedir.

Hannah Arendt’ten yaklaşık 30 yıl önce ‘totaliter’ kavramını Sovyetler için kullanan Trotskiy, dünya devriminden vazgeçişin ve tek ülkede sosyalizm tasarımının zorunlu sonucu olan bürokrasinin totaliter bir yapı örgütleyebilmesini ise “Bolşevik Parti’nin yozlaşması/ yozlaştırılması ile bürokrasi üzerindeki denetimin kalkması” aracılığıyla tartışır. Yozlaşmanın nedeni ise, Trotskiy’nin de içinde bulunduğu, parti içi muhalefet kanatlarının tasfiyesidir. Devrimin ilk yıllarında kuramın ve pratik yaşamın gelişmesinin diyalektik bir bileşeni olarak olmazsa olmaz görülen muhalefet, sonraları, bürokrasinin kendi lideri olarak Stalin’i öne çıkarmaya başlaması ile eşzamanlı olarak bölücü bir unsur biçiminde lanse edilmeye başlanır. “Başlangıçta proletaryaya hizmet için oluşmuş genç bürokrasi kendini sınıflar arasında bir hakem gibi hissetmeye başladıkça özerkliği de artınca” kendi sınıfsal konumuna uygun gelişmeleri engelleyebilecek odakları dağıtmaya başladı; Trotskiy’e göre ‘Sovyetler Hayali’nin sona ermesiydi bu. Artık dünyaya gösterilecek olan işçilerin mutluluğu değil, Sovyet Devleti’nin gücüydü. İşçiler ‘Stahanov hareketi’nin emek yoğunlaştırıcı ve işgününü uzatıcı hamleleriyle beraber kapitalist üretim biçimindeki benzer bir sömürü altındaydılar. Oysa “Sosyalizm sadece sömürünün ilgasına dayanılarak haklı gösterilemezdi; topluma kapitalizmin sağladığından daha büyük bir zaman tasarrufunu garanti etmeliydi.”

Trotskiy’e göre “sosyalizm öncesi sorunların çözümü için sosyalist yöntemlerin uygulanması Sovyetler Birliği’nin ekonomik ve kültürel çatışmalarının özünü” oluşturuyordu. İşçilerin ve köylülerin bu durumun yarattığı olumsuz sonuçlardan etkilenmesi, ilk zamanlar kendini dışarıya karşı bir güç olarak gösteren devletin içeriye yönelik basıncını da arttırdı. Sosyalizmde devletin sahibi olması gerekenler yine kapitalizmdeki gibi devletin düşmanı olarak görülmeye başladılar. Aradaki gerilimlerin artması Sovyetlerin her konuda manipülasyonlara ağırlık vermesi sonucunu getirdi. Her türlü rakamla oynanıyor ve her türlü haber çarptırılabiliyordu.

Gerisini kitabın kendi sürükleyiciliği ile okumak lazım. Aslında yukarıda aktardığımız biçim kitabın kuruluşunun tam tersi: gündelik hayatın maniple edilmesinden başlayan kitap gittikçe, materyalist yöntemin zorunlu biçimine uyarak, inceleme konusu ile ilgili bütün bileşenleri tüketmeye çalışıyor. Böylece kitabın tartışma alanı, kişilerin karakteri ile ya da münferit yanlışlarla değil yapısal sorunlara ve onlara önerilen çözümlerle kuruluyor. Trotskiy ile Stalin arasındaki gerilim solda uzun süredir kişisel bir rekabetmiş gibi sunulduğu için oldukça önemli tartışmaları da es geçmiş oluyorduk. İhanete Uğrayan Devrim bu tartışmaları tekrardan hatırlamak için birçok fırsat sunuyor.
Kitap toplam 11 bölümden oluşuyor ve 438 sayfa. Sovyetler Birliği’nin istatistik verilerinden başlayan kitap muhalefetin tasfiyesinden partinin çözülmesine, bürokrasinin oluşmasından ekonomik programların tutarsızlaşmasına, dünya devriminden vazgeçmeden tek ülkedeki sosyalizm tasarımına ve SSCB’nin kitabın yazıldığı dönemki durumuna oldukça düzenli bir biçimde uzanıyor. Kolektif bir çevirinin sonucu olarak Türkçe’ye kazandırılan kitap ALEF yayınlarından çıktı.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Felsefe Yazıları

“Ve bugüne kadar istisnasız bütün devletlerin... nihai amacı olan ebedi barış, kötü savaşları bitirmemizi ve kendisine ulaşmak için en uygun görünen (belki de bütün devletlerin tek tek ve tümden cumhuriyetleşmesini sağlayan) bir anayasa kurmamızı talep eder.

“Girit’e kaçmak, Girit’te yaşamak, Atina’da ölmenin alternatifiydi. Fakat Sokrates Atina’da ölmeyi seçti. Sokrates, Girit’e felsefeyi sokmak uğruna yaşamını korumaktan ziyade, Atina’da felsefeyi korumak uğruna yaşamını feda etmeyi tercih eder. Eğer Atina’da felsefenin geleceğine ilişkin tehlike o kadar büyük olmasaydı, Sokrates, belki de Girit’e kaçmayı seçerdi.

“Sanat eleştirisi öğretmekle geçirdiğim uzun yıllar beni şuna ikna etti ki, bir imgeyi değerlendirmenin en iyi yollarından biri onu gözlemlemek ve üzerine düşünüp konuşmaktır. Sanat eleştirisi bunu gerektirir ve bu kitabın derdi de bu.

“Fotoğraf felsefesinin amacı, insan ve aygıt arasındaki mücadeleyi fotoğraf alanında ortaya çıkararak, sözkonusu karşılığa olası bir çözüm aramaktır”

“... nesnelerin beni (özgür bir varlığı) nasıl etkilediği asla anlaşılır şey değildir. Ben yalnızca nesnelerin nesneleri nasıl etkilediğini kavrarım. Ama ben özgür olduğuma göre (ve ben, kendimi nesnelerin bağıntısı üzerine çıkarıp, bu bağıntının kendisinin nasıl olanaklı olmuş olduğunu sormak suretiyle olanım), ben asla hiçbir şey, hiçbir nesne değilim.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.