Yine bir haftanın yorgunluğu ile gelip yerime kurulmuşum. Keyfim yerinde. İnsanın Nadir gibi çenebaz bir arkadaşı olup da arada bir lafladı mı en azından düşünceni açık açık söylemiş, üzerindeki yükten kurtulmuş oluyorsun. Fakat Nadir arada tutukluk yapar. Hoşgörü sahibi biri olduğu için -ki arada kendini “barışsever” olarak tanımlar ki sormayın- kolayca saçmalayabilir.
Efendim, hoşgörü, insanın eleştiri yeteneğini almamalıdır elinden. Hele toplumsal bir hastalık haline dönüşmeyegörsün, maazallah eleştiri kurumunu bile ortadan kaldırabilir.
Nitekim bakınız kimse kimseyi eleştirmiyor. Kitap tanıtımı yazana soruyorsun, e ben eleştirmen değilim ki, sevdiğim kitapları tanıtıyorum, diyor. Eleştirmene soruyorsun, sevmediğim kitapla ne uğraşacağım, diyor. Sonuç: Maşallah basılamayacak kitap yoktur. Zira dandik kitabı istediğim gibi basarım, nasıl olsa kimse çıkıp da berbata berbat demiyor. Genç yazarın önünde böylece kendisini tartmasını sağlayacak mekanizma kalmıyor. Yani kime sorsan aynı, bir havalar, bir havalar. Adam kalkıp benim Orhan Pamuk’tan neyim eksik, diye çıkışıyor. Neyse, ben tam bunları düşünürken Nadir arkadaşımız da geldi, konuyla ilgili bir haber verdi. Alın bakalım:
“Cemalciğim, bu yeni genç yazarlar fişek gibi vallahi. Hani kendi akımlarını bile hemen kuruveriyorlar. Afili Filintalar’ı duydun mu?”
“Nedir o Nadirciğim, üçüncü ligde mi oynuyorlar?”
“Yok öyle değil. Bu bir internet sitesi, bir grup genç yazarın bir araya gelip kurdukları bir site. Beraber takılıyorlar. Ama tabii öyle bir edebi akım falan da sayılmaz yani. Ama iyi şeyler yapıyorlar.”
“Ne güzel Nadirciğim. Bak şimdi, afili, güzel, yakışıklı, gösterişli demek. Filinta’nın da bildiğimiz tüfek olmanın yanında benzer bir anlamı var: İnanmazsan aç sözlüğe bak: Güzel, yakışıklı. Şimdi bu arkadaşların biraz narsistik bir durumu var anlaşılan. Yani aynalarla dost bir kuşak. Doğru mu?”
“Valla doğru sayılır Cemalciğim, bu arkadaşlar gerçekten de genç, yakışıklı ve güzeller. Doğrudur yani ama bunun ne sakıncası var yani?”
“Yahu ne sakıncası olsun, tersine, yani gayet iyi bir durum. Hem bana kalırsa bıkmıştık şu eski kuşak edebiyatçılardan… Neydi o öyle kara gözlükler, kel kafalar, aman efendim bir kurumlanmalar… Bak mesela Hüzünlü Can Dündar beyefendiden öğrendiğimize göre, Abdülhak Hamid, kendisini ziyarete gelen genç yazarları evin salonuna almaz, kapı önünde oturturmuş. Niye, e gençsin haddini bil diye yani. Sonrakiler farklı mı, değil… Mesela o solcu kuşak ne sevimsiz, ne tatsız şeydi aman yarabbi. Misal Fethi Naci’nin gözüne girmedin mi; selam dahi verme… Mesela gittin Can Yayınevi’ne, kitabını bastırmak istiyorsun. Rahmetli sorar hemen: Füruzan’ı okudun mu? Okumadıysan yandın… Sanki okuyup ne olacak…”
“Valla fenaymış abi be…”
“Ya, aynen böyle. Zordu yani Nadirciğim o dönemler. Sen hatırlamazsın. Mübarekler izin vermezlerdi ki kitap yayınlasın gençler. Neyse zaman değişti de gençlerin önü açıldı, böyle yakışıklı yazarlar çıktı ortaya. Gözünü sevdiğimin interneti. Bir de teknoloji düşmanlığı yaparlar.”
“Ya hele hiç onu anlamıyorum. Rahat batıyor adamlara rahat.”
“Evet Nadirciğim, ne diyorduk, bize güzel, yakışıklı yazar lazım kardeşim. Böyle, bakınca mest olacaksın. Ulan ne güzel insanlar yaratıyor mübarek diyeceksin. Ayrıca tabii bakımlı olacak. Traşını olacak, duşunu alacak, kadınsa kuaförünü tuvaletini eksik etmeyecek. Parfümü vs yerinde olacak yani. Bir de tabii filinta gibi ince, çevik olacak. Taşı sıktı mı suyunu çıkaracak kardeşim.”
“Abi sen de abarttın biraz yani. O kadar da değil.”
“Nadirciğim, az bile. Geçenlerde bir alışveriş merkezinde gördüm, adam merkezin tanıtımını yapıyor, genç ve güzel her şey burada, diye… E zaman böyle. Her şey genç ve güzel olacak kardeşim. Allah gençlik, güzellik ve sağlık verdikten sonra gerisi laf… Ne demiş halkımız; güzeli söyletirler, çirkini ağlatırlar… İleri görüşlülük diye buna derim.”
“Cemalciğim sen yine hiddetlendin, dur sana bir ıhlamur söyleyeyim, havalar da soğuk, iyi gelir.”
“Gelsin bakalım ulan.”
Yeni yorum gönder