Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Öykü

Öykü

Sarıda Geçseydim İyiydi



Toplam oy: 633

Cam rendede kayısı eziyorum. Küçük için. On üç aylık. Büyük olan neredeyse üç buçuk yaşında. Koydum televizyonun önüne, transa geçti çocuk. Koymasam daha iyiydi. Kaç yaşında çıkar acaba etkileri bu televizyonun? Meyve püresini küçüğe yedirdikten sonra uyutmaya çalışacağım onu. Yarım saat uğraşacağım uyusun diye, on beş dakika uyuyup uyanacak. Sonra öğle yemeğini hazırlayacağım. Taze olması lazım. Yemekleri ısıtınca besin değerleri yok oluyor. Sonra ikisine bağıra bağıra yemek yedirmeye çalışacağım. Küçük olan sürekli püskürecek, toplayıp tekrar ağzına vereceğim. Büyük olana arada yedirmeye çalışacağım ama sonra baş edemeyip kaderine terk edeceğim onu. O da hemen intikamını alıp, üstünü başını ve yerleri berbat edecek. Sonra doydular veya doymadılar, “yieyyt” diye bir nara atıp, yerleri, üstlerini, başlarını temizleyeceğim. Büyük olanı yatağa koyacağım. Uyumayacak, defalarca yanımıza gelecek. Sonra, “Bir daha şeker yok,” diye tehdit edeceğim, sesi kesilecek. Küçük olanın uykusu gelecek. Günde iki sefer uyuyor. Ayağımda kırk beş dakika sallayacağım. Yarım saat uyuyup kalkacak. Uykuda bir yanlışlığım var ama dur bakalım çözeceğim onu. Bu arada meyveli, yoğurtlu öğün hazır olmalı. Bir ara da pijamalarımı değiştirmem gerek. Yüzümü de yıkasam iyi olur. Kalktıkları zaman bağıra bağıra yoğurtlarını yedireceğim. Sonra beraber oyun oynayacağız. Hamur oynatabilirim. Kuş falan yapıyorum rahatlıyorum biraz. İnsan yaratırken iyi hissediyor. Sonra akşam yemeğini yapmam gerek. Öğlenden biraz artmıştı ama yok canım aynı şeyleri yiyemezler. Yakışmaz. Haftada iki gün balık yapmalı, bak bunu atlıyorum. Yemeği bağıra bağıra yedirdikten sonra banyoya sokmam lazım. Küçük olanı zorla sokacağım. Büyük olan küçüğü geçen sefer boğmaya çalıştı. Ondan korkuyor zavallıcık. Her tarafları yemek artığı, ağız burun yağlı, sokmam lazım banyoya. İkisini de giydirene kadar canım çıkacak. Akşam erkenden uyutmaya çalışacağım. Çünkü sessizlik istiyorum bu evde biraz. Erken yatırdığım için uyumayacaklar tabii. Sonra ben ikisinin arasında uyuyor olacağım. Ne zaman uyuduklarını hiç bilemeyeceğim. Allahtan yataktan kalkmıyorlar. Kötü kalpli canavarların yatağın altında olduğunu söylemem iyi oldu. Küçük anlamadı ama büyük korktu diye o da korktu. Kaan gelip yemeğini yer kendi zaten, geç geliyor bu aralar. Çok iyidir, önüne beklemez.

Ne zaman bu şekle giriverdiğimle ilgili en ufak bir fikrim yok. Her sabah sırtından kurulan bir saat gibi aynı şeyleri yapmak üzere dolanıyorum evin içinde. Yapılması gerekenler birbirini kovalarken, izdiham altında yere düşüyorum, üstüme basıp geçiyorlar. Bu beden benim değil. Bu akıl hiç değil. Kendimi veya başka bir şeyi düşünmekten çoktan vazgeçtim. Başka bir şeyi düşünmeye kalktığımda –bir kitabı, bir filmi, bir dostu– mutlaka bir şey oluyor. Biri kafayı çarpıyor, biri şeker istiyor, biri üstüne döküyor, biri kapıyı çalıyor. Bu hep böyle mi gider? Hayır bitecek, geçecek, diyorum içimden sürekli. Bedenimi, aklımı, kalbimi sattım mı, kiraya mı verdim? Hayır satmış olamam, kiraya vermiş olsam iyi olur. Elden çıkarmak hiç akıl kârı değil. Değerlenecek buralar, diyorlar. Değerlenecek, mutlaka değerlenecek.

Her şey zannediyorum o bulutlu kasım günü evlenmemle başladı. Bulutları tanımalı insan. Âşık bile değildim. Uçarı, haşarı bir kız çocuğuydum. Öyle hatırlıyorum şimdi. Ne zaman böyle oldum? Böyle iki çocuklu, şişman ve ev kadını. Hafif toplu desem daha iyiydi.

İyi kötü bir düğündü işte. Neyse ki düğünün kusursuzluğuyla kafayı bozmuşlardan değildik. Çok utandığımı iyi hatırlıyorum. Cümle âlemin önünde oturuyorsun. Herkes sana bakıyor falan. “Ha evet, biraz sonra vereceğim de.” “Yok yok, iki saatten fazla var. Gitmeseniz biraz daha kalsanız siz?” “Vereceğim, evet evet vereceğim, birazdan eve gidince, gelinliği çıkardığım gibi...” “Biliyorsunuz değil mi hepiniz? Hıı ondan mı göbek atıyorsunuz?”
Bir an önce bitsin istiyordum. Bitmesini istediğim düğün beni bitirmeye karar vermiş olabilir diye düşünüyorum şimdi. Dans ediyorduk benim kankayla düğünde.

“N’aptığının farkındasın değil mi? Sen biraz önce o nikâh masasında evlendin?”
“Evet evlendim, ne var? Herkes evlenmez mi bir gün, iyi çocuk Kaan hem.”

Zırvalamak böyle bir şey işte. İyi çocuktu Kaan hakikaten. “Kumar oynuyorsun,” dedi kimi arkadaşlar. “Ben iyi zar atarım,” diye havalı cevaplar verdim.

Yemek hazırla, uyut, yıka, temizle, oyun oyna falan bunların hepsi kolay da, bazen sorulara nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum. Geçen gün kırmızı ışıkta, büyük olan arkadan bağırdı. “Anneee!”
“Efendim kuşum?”
“N’apıyo anne o? O kardeş n’apıyo?”
“Mendil satıyor annecim.”
“Neden satıyo?”
“Para kazanmak için.”
“Neden para kazanıyo, babası yok mu onun?”
“Vardır annecim, babasına yardım ediyor herhalde.”
“Neden babasına yardım ediyo?”
“Babasının yardıma ihtiyacı varmış.”
“Neden ihtiyacı varmış?”
“Kazandığı para yetmiyormuş.”
“Neden yetmiyomuş?”
“Bazen yetmez?”
“Neden yetmez?”
“Alacakları çok şey varmış.”
“Neden çok şey varmış?”
“Neden olmasın?”

Zırvalama konusunda kendimi eğitmeye çalışmalıyım. Onca yıl geçmiş hâlâ performansımı kaybetmeden saçmalayabiliyorum. Güneş sisteminin varoluşuna kadar giderdi mevzu, birden, “Neden olmasın?” dedim. Dondu kaldı çocuk. Bazen bu kıvrak zekâmı seviyorum.

Ne zaman böyle oldum? Yeterince zorlasam anlar mıyım acaba? Üniversiteye kadar geri gitsem? Evden ayrılış, özgürlük çığlıkları... Yurdun penceresinden gökyüzü... Yıldızlar hiç olmadıkları kadar yakın. Çimenlerde konserler, bira şişeleri, battaniyelerle sabahlamalar... Yırtık pantolonlarım ve rengârenk saçlarım... Zaman, o zaman benimdi. Ben kendimimdim. Elimde tutuyordum keşfedilecek yerleri, insanları, her şeyi. Elimdeydi işte, avcumun içinde. Kendimi avucumda tutuyordum. Hayallerim bile vardı. Koca bir hayat vardı. Sonra kocalı bir hayat oluverdi. Ne zaman ‘u dönüşü’ yaptım, hiç anlamadım. Sinyal bile vermemiştim oysa. Hayallerim ne zaman kırmızı ışığa takıldı? Sarıda geçseydim iyiydi.

Kaan’a fazla yüklenmemek lazım. Ayıp olur. Onunla evlenmiş olmakla alakası yok bunların. Çok iyi insandır Kaan. İyi para kazanamaz belki ama dürüst çocuktur. Her akşam evinin yolunu tutar, yorgun argın. Bizi bir yerlere gezmeye götürmeye çalışır. Sever bizi yani. İçkisi kumarı yoktur. Annem gibi konuşmaya yeni başladım. Geçer herhalde. Dedim ya, Kaan işte, akşam televizyonun karşısında uyur yemekten sonra. Ne yapsın? Yorgun tabii. O da haklı, kolay değil para kazanmak. Bütün gün bilanço kalemleri, gelir tabloları. Uff, düşününce ben bile sıkılıyorum. Çocuk bakmak daha kolaydır belki. Sadece her sabah ayna karşısında özenle tıraş oluşunu, kremler kokular sürünüşünü, tertemiz giyinişini kıskanıyorum çok. Hakkıdır, varsın giyinsin. Muhasebeci zaten, ne yapsın?
Bu ara nedense aklıma ben küçükken teyzemle yaptığımız o konuşma geliyor. Zaman zaman aklıma geldiği için unutmuyorum galiba. Neden geliyor acaba?

“Aman aman elbisesini de giymiş, benim güzel kızım, gel bakalım teyzene, bak sana ne aldım, senin gibi güzel şahane bir bebiş.”
“...”
“Söyle bakalım, ne olacaksın sen büyüyünce?”
“Astronot olcam.”
“Anne olmayacak mısın?”
“Hı hı. Olcam tabii anne de olcam.”

Sonra mahallenin erkek çocuklarının o muhteşem sünnet düğünleri. Bir de onları hatırlıyorum bugünlerde nedense. Hediyeler, fayton gezintileri, mahallenin en sümsük çocuğunun bile at üstünde kral oluşu.

“Anne ben de sünnet olcam mı?”
“Hayır bebeğim, sen gelin olacaksın büyüyünce.”
“Yaa şimdi olsam, büyüyünce olmasam, büyüyünce ne hediye getirirler, ben bebek istiyorum, astronot kıyafetli olandan.”

Ne sünneti ne gelini yahu? Ne alakası var. Elinde bebekle gezen kız çocuğuyken bile anlardım. Gelin olmak sanki insana bir şeyler yüklüyordu. Sünnet olmanın borç altında kalmakla ilgisi yoktu. Karşılığında bir şey vermek zorunda değildin sanki. Zaten gelin olmak eğlenceli bir şey olsaydı, küçükken olurduk. Aman gereksiz anı silsilesi. Bak bir tane daha geldi aklıma.

“Anne bu ne?”
“Hımm dur kızım, dur bir şey getireceğim.”
“Ne getircen?”
“Orkid.”
“O ne?”
“İşte şuraya koyacağız.”
“Nası yani?”
“Böyle işte.”
“Çok büyük diil mi bu? Nasıl yürüycem?”
“Süner o şimdi.”
“Hı iyi. Hep böyle kanıycak mı?”
“Hep değil bir süre.”
“Ne kadar?”
“Bir hafta kadar, ayda bir kere.”
“Hı? Bi dakka bi dakka... Peki ya deniz?”
“Maalesef bir tanem, denize giremiyoruz böyle.”
“Böyle mi yaşıycam ben hayat boyu?”
“Bu sağlıklı bir şey.”
“Sağlıklı mı?”

Ama bu hakikaten önemli bak. Zaten bir şey anlatmamışlar önceden. Sonra birden bir tarafın kesildi sanıyorsun. Nasıl kesildiği hakkında en ufak bir fikrin yok. Sonra da, “Al sana, sen böyle yaşayacaksın tamam mı?” diyor annen. Ben nasıl güvenirim sana artık? Ya söylemediğin başka şeyler de varsa? Varmış tabii. Neyse onları geç. Hayatım boyunca ayda bir hafta asabiyetten ölme modunda ona buna saldırarak yaşayacağımı, bunun hayatımın ne kadarlık kısmını oluşturacağını, ne kadar farkında olursam olayım, bu bir haftaları yönetemeyeceğimi çok sonra öğrenecektim. Regl öncesi, algılarımın sonuna kadar açılıp gerçekleri gördüğümü mü, yoksa her şeyin hormonlarımın kötü bir oyunu mu olduğunu hâlâ ayırt edebilmiş değilim. Bak burada saçmalamadım.
Kaan geldi geçen akşam. Duş aldı. Giyindi süslendi gitti. İş yemeği varmış. Bozuldum tabii biraz. Bazen böyle bozulabiliyorum. Ben tabii pijamaları o gün yine çıkaramamıştım. Yanlış işte. Hep derler. Bakımlı ol, güler yüzle karşıla. Hollywood yıldızı mısın sen, pijamalar ve dağınık saçlarla seksi olasın! Neyse yani iş yemeği tabii, ben de biraz abartıyorum galiba. Geçenlerde benim sürünerek çocukların arasından süzülüp ayaklandığım bir gece, yazık, yorgunluktan bitmiş ama konuşmaya çalışıyor benimle. “N’aptınız bugün?” dedi. “Hiç,” dedim. Keşke hiç demeseydim. Sonra “Sen ne yaptın?” dedim. “Hiiç,” dedi. İyi ki, “Hiç,” dedi. Zaten hiç dinleyecek halim yoktu. Maça bakıyordu. Sonra uyuyakalmış. Yazık, çok yoruluyor tabii. Yine de son zamanlarda bu kadar giyinip süslenmesi hoş değil. Ben maymunluktan az evvel çıkmış ilkçağ kadını gibi gezinirken o da kendini salabilirdi biraz. Azcık salsa iyi olurdu yani.

Geçen gün yine kırmızı ışık. Bir kadın kucağında çocuğuyla. Camları anında kapadım tabii, çeviğimdir. Bak bu çevikliğimi de seviyorum. Arkadan büyük olan sesleniyor.

“Anneeee!
“Efendim kuşum?”
“Anne, n’apıyo anne o, çocuğunu mu satıyo anne?
“...”
“Neden olmasın?” Demek istiyorum ve nedense bir masal anlatmaya başlıyorum. Salak salak masallar anlatırım genelde çocuklara.
“Bakın size bir masal anlatayım. Yıllar, yıllar önce astronot olmak isteyen küçük bir kız çocuğu varmış.”
“Neden astronot olmak istiyomuş anne?”
“Soru yok, interaktif masalda değiliz. Bu küçük kız çocuğu her akşam gökyüzüne bakar, hayallere dalarmış. Gözüne kestirdiği bir yıldız varmış. Alpheratz yıldızıymış adı. Heidi’ninki gibi yuvarlak bir penceresi varmış kızın. Heidi’yi sonra öğrenirsiniz, şen şakrak bir kırsal kesim evladı. Gün boyu kırlarda yatar, güzel müzikler dinler, bira içermiş. Pardon süt içermiş, taze süt! İnekler var ya çiftlikte. Süt ona çok iyi gelirmiş ve kendini resimli bir kitapta gördüğü astronot kıyafetleri içinde hayal edermiş. Bu resimli kitabı ona dedesi hediye etmiş ve ‘Aman kızım hayallerine dikkat et. Ayakların her zaman yere değsin. Çok parlak olan yıldızlar dikenlidir,’ demiş. Kız buna anlam verememiş. ‘Astronot olmak istediğime göre yere bir süreliğine basmamam gerekir,’ diye düşünmüş. E o zaman bu nasıl olacakmış? Sonra kara kara düşünmüş gecelerce. Neden? Ve sonunda düşünmekten yorgun düştüğü bir akşam yıldızlara bakarken yine, aklına, dedesinin sözünü dinlemeyip evden uzaklaştığı, kaybolduğu o gün gelmiş. Gece yatağında o gün ne kadar üzülüp ağladığını hatırlayan bizim kız, büyüklerin bir bildiği olduğuna inandırmış kendini. Onların sözünü dinlemek gerektiğine karar vermiş. Büyümüş, ne astronot olabilmiş, ne başka bir şey. ‘Neden olmasın?’ diyememiş ve olamamış tabii ki. ‘Anne oldun ama!’ diyenlerin laflarını da yememiş. Neden olmuş bunlar biliyor musunuz? Sadece ‘Neden olmasın?’ demediği için. Ya işte böyle kuzucuklar... Pekii, ana fikrimiz nedir bu küçük masalımızdan çıkan? ‘Neden olmasın?’ demek iyi bir şeydir. Bol bol demeliyiz. Tamam mı kuzular? Aaaa! Hemen uyuyorsunuz siz de ya, bir ağız tadıyla ana fikir verdirmediniz? Sarıda geçseydim iyiymiş bu arada.”

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Öykü Yazıları

Anlatmaya devam ediyordu. Gecenin başından beri konuşuyordu. Gözlerimizi açmış dinliyorduk. Dediğini ilginç kılan insanlardandı. O gelmeden önce canımız sıkılmıştı. Birileri aşk acılarından söz etti ama kimsenin aşk acısı ötekinin ilgisini çekmiyordu.

 

Ben bir tane daha alayım. Hepsini nasıl içti anlayamadan, bir tane daha. Sonra bir tane, bir tane daha. Hepsi birden içiyor, birbiriyle yarışır gibi. Herkesin elinde sigara. Önüme bakıyorum. Elimde telefonun kılıfı, yarım saattir çevirip duruyorum. Biraz daha dikkatli olmaya çalışıyorlar, pek rahat değiller.

 

Sizin hiç kendinizi çok komik bulduğunuz oluyor mu? Benim oluyor. Oluyor da bazı herkeslerden utanıyorum. Bazı da birdenbire gülmelere tutuluyorum. Bana komikliğimi yaşatan olayların birbiri peşinden geldiği de oluyor.

 

“Aaa… Camı boyuyor! Yasak değil mi?”

 

Karşı vagonda bir adam cama resim çiziyor. Boyaları çoktan dökülmüş, paslanmış, eski bir tren. Aralık perdelerden görünen vagonların içiyse rengârenk. Bizimkiler gibi bir örnek değil hiçbiri. Usta fırça darbeleriyle bir manzara şekilleniyor camda. Dağlar, bulutlar, bir ağaç, bir tane daha...

Mutlu sonlara bayılırım.


Gerçekten de bir son gerekliyse, mutlu olmasından yana oldum hep... Ne acılar içinde kıvranan bir kadına dayanabildi yüreğim ne de umutsuz bir erkeğin intiharıyla sonuçlanan bir romana.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.